KUR’AN HİZMETİ

”İKİNCİ MESELE: Ehl-i dünya diyorlar ki: ”Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun; bu işlere karışmaya hakkın yok.”

”Elcevap: Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usulünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukàbilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki, bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyetle ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.”(Mektubat, On Altıncı Mektup)

Her insanın hak ve hakikat anlayışı farklıdır. Kimse, ‘ hak yalnız benim mesleğimdir, benim görüşümdür ‘ diyerek mesleğini başkasına dayatamaz. ”Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir?” sorusu ile Üstad Bediüzzaman Hazretleri, iman ve Kur’an hizmetinin samimi sırf Allah rızası için yapılırsa makbul olacağını,dolayısıyla ”para karşılığında yapılacak bir iş” olmadığını söylüyor.

Üstad Hazretleri bir şeye daha dikkat çekiyor. Dünyaya ait çalışma, üretme, alma, satma gibi işlerde ücret ve tekelcilik olabilir, ama bu kaide manevi işlerde geçersizdir. Kur’an ve iman hizmeti dünya işi gibi bir mal değildirki, tekelcilik olsun.

İman ve Kur’an hizmetleri, Peygamber mesleğidir. Mükafatı Allah’tan beklenmelidir. Kur’an’da peygamberlerin bu mesleği nasıl yapmaları ise şöylece dile getirilmektedir:

”Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” (Yunus, 72 ayet, Hûd, 29 ayet, Sebe, 47 ayet)

”Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.” (Nur, 54 ayet)

”Peki din hizmeti veren insanlar nasıl geçinecek, onlara bir  ücret verilmeyecek mi?” şeklindeki soruyu ise, Risale-i Nur Külliyatında, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şu sözlerle cevaplamakta:

”İ’lem ey din âlimi! ”Ücretim az, ilmime rağbet yok” diye mahzun olma. Çünkü mükâfât-ı dünyeviye ihtiyaca bakar, kıymet-i zâtiyeye bakmaz. Meziyet-i zâtiye ise mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır. Öyleyse, zâtî olan meziyetini mükâfât-ı uhreviyeye sakla, birkaç kuruşluk dünya metâına satma.”(Mesnevi-i Nuriye, Hubab)

Yani imam ve müftü gibi din görevlilerinin aldığı ücret, hayatlarının devamı ve lazım olan ihtiyaçlarının giderilmesine yöneliktir. Yoksa yaptığı işin karşılığı değildir. Uhrevî işlerin karşılığı ahirette verilecektir. Yoksa söz konusu görevler o karşılık için yapılıyorsa o iş ibadet olmaktan çıkar.

İman ve Kur’an hizmeti yapanlara Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, çok dikkat çekici bir ikazı da şöyle:

”…hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin ücretidir” denilmez.”(Lem’alar, Yirminci Lem’a Haşiye)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir