• hem Fâtiha ile başlamak, yani birşeye yaramayan ve yerinde olmayan, nâkıs, fakir mahlûkları medih ve minnettarlığa bedel, bir Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Rahîm ve Kerîm olan Rabbü’l-Âlemîni medh ü senâ etmek, hem اِيَّاكَ نَعْبُدُ ”(Ey Rabbimiz) ancak Sana kulluk ederiz.” Fâtiha Sûresi, 5.nci ayeti” hitabına terakki etmek, yani küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, Ezel ve Ebed Sultanı olan ”مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ’e intisabıyla şu kâinatta nazdar bir misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamına girip,اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ”Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi,5.nci ayeti”demekle bütün mahlûkat namına, kâinatın cemaat-i kübrâsı ve cemiyet-i uzmâsındaki ibâdât ve istiânâtı Ona takdim etmek;

• hem اِهْدِناَ الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ”Bizi doğru yola ilet.” Fâtiha Sûresi, 6.ncı ayeti” demekle, istikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyeye giden nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek;

• hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, huşyar yıldızlar, birer nefer misillü emrine musahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zât-ı Zülcelâlin kibriyâsını düşünüp, Allahu ekber deyip rukûa varmak;..

•hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti’ nefer gibi vazife-i ubûdiyet-i dünyeviyesinden emr-i كُنْ فَيَكُونُ ”(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 82. nci ayeti” ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevâlde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-i كُنْ فَيَكُونُ ’dan gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, bekà-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.

Demek şu beş vakit, herbiri birer inkılâb-ı azîmin işârâtı ve icraat-ı cesîme-i Rabbâniyenin emârâtı ve in’âmât-ı külliye-i İlâhiyenin alâmâtı olduklarından, borç ve zimmet olan farz namazın o zamanlara tahsisi nihayet hikmettir. (Sözler,Dokuzuncu Söz)

Üstad Hazretleri, Namazda okuduğumuz Fatiha Suresinin ayetlerini bizlere tefsir ediyor. Daha sonra bitki ve hayvanatın büyük bir kısmının kışın yatıp gözden kaybolmasını, ilkbahar ayında tekrar diriltilip göz önüne çıkmasını, keza kainattaki yıldızların Allah’ın mülkünde birer lamba ve itaat içinde bir asker olmalarına nazarımızı çekip böyle bir Zat’ın huzurunda Allahu ekber deyip rukua gitmeyi anlatıyor.

Güneş gibi dev bir yıldızı küçük bir lamba gibi kullanan Allah’ın azameti ve kibriyası karşısında insanın ubudiyet görevini yerine getirmesinin ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin olduğu dile getiriliyor.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir