AKREBİYET VE KURBİYET-İ İLAHİYE

Akrebiyet-i İlahiye ile, Kurbiyet-i ilahiye arasındaki fark nedir?

Akrebiyet, Allah’ın kula olan yakınlığı hissedip bu noktada marifet kazanmak iken,Kurbiyet, kulun kendi gücü ve çalışması ile Allah’a yaklaşma çabasıdır.

Güneş ısı ve ışığı ile bizim göz bebeğimize kadar girmiştir; biz bunu hissedip bu noktadan güneşe baksak güneşi hakiki anlamda tanıyabiliriz. Lakin güneşi tanımak için güneşin üzerimizdeki tecellisine bakmayıp sırf güneşin zatına kendi imkan ve gayretimizle yaklaşmaya çalışsak,o zaman milyonlarca yıl uzaklığı katetmemiz gerekir.

Acaba hangi yolu güneşe yaklaşma konusunda daha kolaydır? Güneşin üzerimizdeki tecellilerini okumak yolu daha selametli ve daha kolay değilmidir?

İşte, Akrabiyet, Allah’ın isim ve sıfatlarının üzerimizdeki tecellilerini görüp marifet kazanma yoludur. Kurbiyet mesleği ise, nefsi ıslah ederek uzun ve meşakkatli usul ve yollarla Allah’a yaklaşmaktır.

Akarabiyette, acz ve fakr hükmeder. İnsanın acizlik ve fakirliğini anlaması ile Allah’ın lütuf ve ihsanına ulaşmasıdır. Risale-i Nur’da bu konu şu iki temsille akla yaklaştırılmaktadır:

”Meselâ, nasıl ki dün geceki Leyle-i Kadre ulaşmak için iki yol var:

Biri, bir sene gezip dolaşıp tâ o geceye gelmektir. Bu kurbiyeti kazanmak için bir sene mesafeyi tayyetmek lâzım gelir. Şu ise, ehl-i sülûkün mesleğidir ki, ehl-i tarikatin çoğu bununla gider.

İkincisi, zamanla mukayyet olan cism-i maddî gılâfından sıyrılıp tecerrüdle ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadri öbür gün leyle-i îyd ile beraber, bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla mukayyet değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir; başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.

İşte bu temsile göre, dün geceki Leyle-i Kadre geçmek için, mertebe-i ruha çıkıp maziyi hazır derecesinde görmektir. Şu sırr-ı gàmızın esası, akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafıdır.

Meselâ, güneş bize yakındır; çünkü ziyası, harareti ve misali âyinemizde ve elimizdedir. Fakat biz ondan uzağız. Eğer biz nuraniyet noktasında onun akrebiyetini hissetsek, âyinemizdeki misalî olan timsaline münasebetimizi anlasak, o vasıtayla onu tanısak; ziyası, harareti, heyeti ne olduğunu bilsek, onun akrebiyeti bize inkişaf eder ve yakınımızda onu tanıyıp münasebettar oluruz.

Eğer biz bu’diyetimiz nokta-i nazarından ona yakınlaşmak ve tanımak istesek, pek çok seyr-i fikrîye ve sülûk-u aklîye mecbur oluruz ki, kavânin-i fenniye ile fikren semâvâta çıkıp semâdaki güneşi tasavvur ederek, sonra mahiyetindeki ziya ve harareti ve ziyasındaki elvân-ı seb’ayı uzun uzadıya tetkikat-ı fenniye ile anladıktan sonra, birinci adamın kendi âyinesinde az bir tefekkürle elde ettiği kurbiyet-i mâneviyeyi ancak elde edebiliriz.”(Mektubat)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir