KAZAYA RIZA GÖSTERMEK
Risale-i Nur’da geçen, ”Kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiârıdır.” cümlesi ile bizlere verilmek istenen mesaj nedir?
Risale-i Nur Külliyatından Mektubat adlı eserin On Yedinci Mektub’unda, Çocuk Taziyenamesi adı ile de bilinen risalede bu tabir kullanılmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, evladının vefatı üzerine bir talebesine yazdığı mektub şöyledir:
بِسْمِهِ – وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
”Aziz âhiret kardeşim Hafız Halid Efendi,
وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ-اَلَّذِينَ اِذَاۤ اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قاَلوُاۤ اِنَّا ِللهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
Kardeşim, çocuğun vefatı beni müteessir etti. Fakat, اَلْحُكْمُ ِللهِ ”Hüküm Allah’ındır.”(Mü’min Sûresi,12 nci ayeti) kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemil versin; merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefaatçi yapsın.”(On Yedinci Mektub)
Bu kelimelerden, Kader, her şeyin ezelde takdir edilerek içyüzünü bilmediğimiz bir levhada yazılması. Kaza, bu takdir edilen şeylerin vakti geldiği anda yerine getirilmesidir. Şiar, sembol, işaret manasına gelir.
Üstad Hazretleri, talebesi ile bizlere çok önemli bir ders veriyor. Mümin, her şeyin ve her hadisenin arka cephesinde Allah’ın rahmet ve hikmetini iman gözlüğü ile gördüğü için, başına bir musibet geldiği zaman bağırmaz, çağırmaz ve isyan etmez. Soğukkanlı bir şekilde olayı kabullenir. Kafir, musibet karşısında bağırıp çağırır ve isyan edebilir. zira hadiselere küfür gözlüğü ile baktığı için, hadiselerin arkasındaki hikmet ve rahmeti göremiyor ve kendisini avutacak bir noktayı bulamıyor. Musibet, müminin iman derecesini ölçen bir alet hükmündedir.
Musibet karşısında müminin teslim ve tevekkül haline, Üstad Hazretleri, İslamiyetin bir şiarıdır, sembolüdür tabirini kullanıyor. Doğru ve dürüst olmak,kimseyi aldatmamak, hak ve adaletten ayrılmamak nasıl İslamın bir sembolü ise, aynı şekilde rıza ve teslimiyet de müminin işaretidir. Aksi hal mümine yakışmaz.
Bu mektubta Üstad Hazretleri, evladını kaybeden talebesine ve bizlere bu hadiseye bir de şu gözle bakmamızı tavsiye ediyor:
”aziz kardeşim, senin gibi mü’minlerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli:
Şu veled mâsumdur; onun Hâlıkı dahi Rahîm ve Kerîmdir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü’l-Firdevsine gönderdi.
O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kimbilir ne şekle girerdi! Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum.
Çünkü dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlât muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti.
Fakat vefatıyla, ebedî Cennette on milyon sene bana evlât muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçi hükmüne geçer. Elbette ve elbette, meşkûk, muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan, elîm teessürat göstermez, meyusâne feryad etmez.”(On Yedinci Mektub)
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!