İNSAN DÜNYA BENİM DİYEBİLİR

ALTINCI BURHAN

Gel, bu geniş ovaya çıkacağız. (HAŞİYE) İşte, o ova içinde yüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız, tâ bütün etrafı görülsün. Hem herşeyi yakınlaştıracak güzel dürbünleri de beraber alacağız. Çünkü bu acip memlekette acip işler oluyor. Her saatte, hiç aklımıza gelmeyen işler oluyor.

İşte, bak: Bu dağlar ve ovalar ve şehirler, birden değişiyor. Hem nasıl değişiyor! Öyle bir tarzda ki, milyonlarla birbiri içinde işler, gayet muntazam surette değişiyor. Adeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiri içinde beraber dokunuyor gibi, pek acip tahavvülât oluyor.

Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçekli miçekli şeyler kayboldular.

İşte, bu işler yüz derece muhaldir ki kendi kendine olsun. Evet, nihayet derecede san’atlı, dikkatli şu işler, kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki, kendilerinden ziyade, san’atkârlarını gösteriyorlar.

Hem bunları işleyici, öyle mu’ciznümâ bir zattır ki, hiçbir iş ona ağır gelmez. Bin kitap yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir.

Bununla beraber, her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşeyi yerli yerine koyuyor; ve öyle mükrimâne, herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsanperverâne umumî perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor.

İşte, dünyada bundan muhal birşey var mı ki, bu gördüğümüz işler içinde tesadüfî işler bulunsun; veya abes ve faidesiz olsun; veya müteaddit eller karışsın; veya ustası herşeye muktedir olmasın; veya herşey ona musahhar olmasın? İşte, ey arkadaş, haddin varsa buna karşı bir bahane bul!”

HAŞİYE : Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. Zira yüz binler muhtelif mahlûkatın taifeleri birbiri içinde beraber icad edilir, rû-yi zeminde yazılır. Galatsız, kusursuz, kemâl-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahmân açılır, kaldırılır, taze taze gelir. Herbir ağaç birer tablacı, herbir bostan birer kazan hükmüne geçer.
Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrı, başkaları geldiler. Adeta şu ova, dağlar birer sahife; yüz binlerle ayrı ayrı kitaplar içinde yazılıyor. Hem hatasız, noksansız olarak yazılıyor. ”(Yirmi İkinci Söz)

Üstad Hazretleri, bahar ve yaz mevsimine dikkatimizi çekiyor. Bu iki mevsimde yer yüzünde yaratılan mahlûkata bakmamızı söylüyor. Bahar mevsiminde yaratılan sinekler ve böceklerin yüz binlerce faklı türleri ve cinsleri vardır. Karıncadan karasineğe kadar her tür hayvan arz sahifesinde yeniden yaratılırlar.

Bahar mevsiminde her taraf yemyeşil olur, çok farklı çiçekler açar, değişik bitkiler boy gösterir. Biz bütün bunları iman gözü ile, Allah’ın birbirinden farklı güzel sanat eserleri olarak seyrederiz. Hâlbuki işin bir perde ötesinde, bütün bu farklı bitkiler aynı zamanda farklı hayvanların sofralarıdır. Her tür, kendi sofrasını bilir, hattâ her bir hayvan kendisine takdir edilen rızkı ilham yoluyla tanır ve rızkının başına giderek ondan istifade eder.

”her bir taifesine has ve lâyık, belki her bir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor.” ifadesiyle Üstad Hazretleri iki şeye dikkat çekiyor:

Birisi, Allah herbir canlının rızık ve nasibini kaderde o canlının ismi ve resmi ile takdir ve tayin etmiştir. Kimse bu takdiri bozamaz ve onu geri çeviremez. Kainatta ne kadar canlı varsa hepsinin rızık ve tayinatı ezelde ismi ve resmi ile takdir ve tayin edilmiştir.

İkincisi, umumi nimetlerden her canlının özel istifadedir. Bütün kainat sofrası o canlı için tahsis edilmiş gibidir. İnsan, dünya benim için yaratılmıştır diyebilir. Ve böyle şükretse,diğer insanların istifadesine zarar vermez. Dünya sofrası insanın ismine ve resmine, yani şahsiyetine hitap ediyor ve ona tahsis edilmiş gibidir.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir