İLİM VE DİNE ÇALIŞANLAR

Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar, “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde, hakkı neşredenler
إِنْ اَجْرِىَ إِلاَّ عَلَى اللهِ … اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ  “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” (Yunus Sûresi, 72 ayeti, Hûd Sûresi, 29 ayeti, Sebe’ Sûresi, 47 ayeti) diyerek insanlardan istiğna göstermişler.

Sûre-i Yâsin’de اِتَّبِعوُا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ “Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun.” (Yâsin Sûresi, 21 ayeti) cümlesi, meselemiz hakkında çok mânidardır.

Üçüncüsü: Birinci Sözde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakikîye ait şükrü, senâyı zâhirî esbaba verir, hata eder.

Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.

Beşincisi: Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat’î kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazan bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir.

Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lazım geliyor. O da hoşuma gitmiyor.

Hem tasannu ve temellukten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.

Altıncısı: Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hâcer diyor ki: “Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.”

İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama’ yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer -hâşâ- ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih a’mâle mukàbil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.” (Mektubat)

Üstad Hazretleri, Hulusi Ağabey’in şahsında ilim ve dine çalışanları ikaz ediyor. Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmeyin ve kanaat ederek yaşamaya çalışın. Üstad Hazretleri,gönüllülük esasına dayalı hizmetlerde ücret almanın doğru olmadığına işaret ediyor. Zira, iman hizmetinin haysiyet ve kıymetini bilmek ve korumak gerekir.

Bu risalede işlenen en önemli şey, insanların nazarındaki ”ilmi ve dini geçim kaynağı yapmak” görüşünü degiştirmek. Milletin iyi ve saf niyetini suistimal yapıp geçinmeye çalışma yolunu kapatmasıdır. Üstad Hazretleri İbn-i Hacer’in yorumunu bir delil ve esas yaparak suistimale yol açan bu yolu ve kapıyı yaşayışı ve talebelerine verdiği ders ile tamamen ortadan kaldırmıştır.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir