HAYATIN TEHLİKEDEYSE

”Otuz birinci âyetin işaretinin beyanında,  يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا   bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.

Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letâifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.

Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer’iye var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder.

Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.

Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.”(Kastamonu Lahikası)

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Kastamonu Lahikasında yer alan bu mektubta, bu asrın en önemli bir hastalığına dikkatimizi çekiyor. İslam dininin insanlara bazı konularda tanıdığı ruhsatı yanlış değerlendirip küçük bir konuda dahi o ruhsata sığınmalarının  doğru olmadığı söylüyor.

İnsan dünya hayatında, ölüm veya sakat kalma (bir uzvunu kaybetme) riski ile karşı karşıya kalırsa, o zaman sırf hayatını ve uzvunu kurtarmak için, dinin farzlarını terk etmesine, İslam dini ruhsat vermiştir. Aynı şahıs azimet gösterip dinin emirlerini feda etmez ise; şehit ya da gazi olur, böylece ahireti için dünyasını feda eder. Biri insanın kafasına silah dayasa ve namaz kılarsan seni öldürürüm dese, o zaman o kişi namazı terk edebilir, buna İslam ruhsat veriyor, fakat namazı kılarsa şehit olur.

Ölüm ve sakat kalmanın dışında hiçbir şart insana, dinin farzlarını terk ettiremez. Etse büyük bir günaha girmiş olur. İnsan işimden olurum, makamımı kaybederim, aç kalırım korkusu ile farz olan namazı terk etse; büyük bir günaha girmiş olur. Bu korku namazın terki için yeterli ve meşru bir korku değildir.

İşte, zaruret ‘hayatın tehlikeye girmesidir’. Bu zarureti farklı şekillerde yorumlanmak suretiyle, benim durumum da bir zarurettir deyip İslam’ın emirlerini terk etmek isteyenlere, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bir ölçü vermekte:
“Fakat, yalnız bir ihtiyâca binâen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur…”

Demek ölçü, “Hayatın tehlikeye girmesidir.” Bunun dışında ki gerekçeler, harama girmeye bir gerekçe teşkil etmez.

Cenab-ı Hak bizleri dinini yaşamak için dünyasını feda edenlerden eylesin. Amin.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir