İMAN ETMEK BÜTÜN BÜTÜN BAŞKADIR
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُاَ لسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim ve Nur şakirtlerinin küçük pehlivanları; Asâ-yı Mûsâ âhirlerinde, bazı nüshalarında mübarekler pehlivanı büyük ruhlu Küçük Ali namında bir kardeşimizin sualine karşı verdiğim bir cevap var. Onu okuyunuz ki, o zâta bazı muterizler Risale-i Nur’un kıymetini bir derece kırmak için demişler: “Herkes Allah’ı bilir. Âdi bir adam, bir veli gibi Allah’a iman eder” diye, Nurların pek yüksek ve pek çok kıymettar ve gayet lüzumlu tahşidatını ziyade göstermek istemişler.
Şimdi, İstanbul’da, daha dehşetli bir fikirde, anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risale-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imanî hakikatlerine ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allah’ı bilir. Onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” diye mukabele etmek istiyorlar.
Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve Lâ ilâhe illallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa, “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek—hâşâ—hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hâzır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki mânevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.
Evet, inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır. Evet, kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlik-ı Zülcelâl’i inkâr edemez… Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır.
Fakat Ona iman etmek, Kur’ân-ı Azîmüşşânın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse…
Evlâtlarım, ehemmiyetli bir hâdise size bu uzun meseleyi kısaca beyan etmeye sebep oldu. Şimdilik sizlere Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirtleri nazarıyla bakıyorum. Mustafa Oruç, çok talihlidir ki, kendi sisteminde ve ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda sizleri buldu. Bir iken on Mustafa oldu.”(Emirdağ Lahikası)
İman; akıl ve fikrin hareketinden ve düşünmesinden hasıl olan bir haldir. Yani; mümin iman ederken, her cihetini ölçüp biçip öyle kabul eder, imana sahibi olur. Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden sayısız delilleri görür ve okur, ondan sonra iman eder. İnsan, Allah’ı düşünmeden ve O’na işaret eden delilleri görmeden iman edemez. İman, kalben tasdik etmektir.
Allah’ı inkar etmemek, iman etmek için yeterli olmuyor. İnkar etmediği gibi, iman da etmesi gerekiyor. İnkar etmemek ayrı iman etmek ayrıdır. Bir kişi “ben inkar etmiyorum” dese iman etmiş olmaz; ayrıca imanını ifade etmesi icap eder. Üstad Hazretlerinin ifadesiyle,”iman etmek, Kur’ân-ı Azîmüşşânın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir.”
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!