ALEMİN REİSİ (ASM) GELİYOR

YEDİNCİSİ
وَمَثلُهُمْ فِى اْلاِنْجِيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ

“İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Onlar filizini çıkarmış, sonra git gide kuvvet bulmuş, kalınlaşmış ve gövdesi üzerinde yükselmiş bir ekine benzer ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Allah’ın onları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmesi, kâfirleri öfkeye boğmak içindir.” Fetih Sûresi,29 ncu ayeti) fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.

BİRİNCİSİ: Nebiyy-i Ümmîye nisbeten gayb hükmünde olan İncil’in Sahabeler hakkındaki ihbarını ihbardır.

Evet, İncil’de, âhirzamanda gelecek Peygamberin (a.s.m.) vasfında
مَعَهُ قَضِيبٌ مِنْ حَدِيدٍ وَ اُمَّتُهُ كَذَلِكَ “Onun demirden bir asâsı, yani kılıcı olacak ve onunla savaşacak. Ümmeti de onun gibi olacak.” Nebhânî, Hüccetullah ale’l-Âlemîn: 99:114) gibi âyetler var.

Yani, Hazret-i İsâ (a.s.) gibi kılıçsız değil, belki sahibüsseyf bir Peygamber gelecek, cihada memur olacak ve onun Sahabeleri dahi kılıçlı ve cihada memur olacaklardır.

O kadîb-i hadid sahibi, Reis-i Âlem olacak. Çünkü, İncil’in bir yerinde der: “Ben gidiyorum, tâ Âlemin Reisi (a.s.m.) gelsin.” Yani, Âlemin Reisi geliyor.

Demek oluyor ki: İncil’in bu iki fıkrasından anlaşılıyor ki, Sahabeler çendan mebde’de az ve zayıf görünecekler; fakat çekirdekler gibi neşvünemâ bularak yükselip, kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffârın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılıçlarıyla nev-i beşeri kendilerine musahhar edip, reisleri olan Peygamberin (a.s.m.) ise âleme reis olduğunu ispat edecekler. Aynen şu Sûre-i Feth’in âyetinin meâlini ifade ediyor.

İKİNCİ VECİH: Şu fıkra ihbar ediyor ki, Sahabeler çendan azlığından ve zaafından Sulh-u Hudeybiyeyi kabul etmişler; elbette, herhalde az bir zamandan sonra sür’aten öyle bir inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kesb edecekler ki, rû-yi zemin tarlasında dest-i kudretle ekilen, nev-i beşerin o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nâkıs, bereketsiz sümbüllerine nisbeten gayet yüksek ve kuvvetli ve meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuvvet bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıptadan, hasetten ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde bırakacaklar. Evet, istikbal bu ihbar-ı gaybîyi çok parlak bir surette göstermiştir.

Şu ihbarda hafî bir ima daha var ki: Sahabeyi tavsifât-ı mühimme ile senâ ederken, en büyük bir mükâfâtın vaadi makamca lâzım geldiği halde, مَغْفِرَةً kelimesiyle işaret ediyor ki, istikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak.

Çünkü mağfiret kusurun vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlup ve en yüksek ihsan, mağfiret olacak. Ve en büyük mükâfat ise, af ile, mücâzât etmemektir.
مَغْفِرَةً kelimesi nasıl bu lâtif imayı gösteriyor; öyle de, sûrenin başındaki ; لِيَغْفِرَ لَكَ اللهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ
“Tâ ki, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın.” Fetih Sûresi, 2 nci ayeti) cümlesiyle münasebettardır. Sûrenin başı -hakikî günahlardan mağfiret değil; çünkü ismet var, günah yok- belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mânâ ile Peygambere müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o imaya bir letâfet daha katar.

İşte, âhir-i Feth’in mezkûr üç âyeti, o vücuh-u i’câzından yalnız ihbar-ı gaybî vechinin çok vücuhundan yalnız yedi vechini bahsettik. Cüz-ü ihtiyarî ve kadere dair Yirmi Altıncı Sözün âhirinde, şu âhirki âyetin hurufatının vaziyetindeki mühim bir lem’a-i i’câza işaret edilmiştir.

Bu âhirki âyet, cümleleriyle Sahabeye baktığı gibi, kayıtlarıyla dahi yine Sahabenin ahvâline bakıyor. Ve elfâzıyla Sahabenin evsâfını ifade ettikleri gibi, hurufâtıyla ve o âyetteki hurufâtın tekerrür-ü adediyle yine Ashab-ı Bedir, Uhud, Huneyn, Suffe, Rıdvan gibi tabakat-ı meşhure-i Sahabede bulunan zatlara işaret ettikleri gibi, ilm-i cifrin bir nev’i ve bir anahtarı olan tevafuk cihetiyle ve ebced hesabıyla daha çok esrarı ifade ediyor.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَناَۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 32 nci ayeti) (Lem’alar, Yedinci Lem’a)

Üstad Hazretleri, bu bölümde o zamanın büyük ve haşmetli devletleri olan Pers ve Bizans İmparatorluklarının uzun zaman içinde bu güce ulaştıklarını, sahabelerin ise İslam nuru ile Otuz-Kırk sene gibi kısa bir sürede bu güçleri yenip, onları emirleri altına almasını Efendimiz(ASMın bir mucizesi olduğunu söylemekte. Üstad, Ayetin sahabeler içindeki fitnelere de dikkat çekerek onları mağfirete davet ettiğini dile getiriyor.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir