NURUN ŞAHS-I MANEVİSİ
Aziz, sıddık kardeşlerim;
Bu defaki mektuplarınız gelmeden evvel, bir ihtarla kendi cevabını kerametkârâne yazdırmış. Demek, mektup sahiplerinin fevkalâde sadakatleri keramet derecesine çıkmış.
Kardeşlerim, mektuplarınızda çok yüksek düşünce ve takdirat binden bir hisse de benim olsa, hadsiz şükrederim. Belki Risale-i Nur’un mânevî şahsiyeti ve çok kesretli talebeleri içinde, bilmediğimiz gayet yüksek bir makam sahibi bir zâtın tesiratı ve kumandası hissediliyor, benim gibi bin derece uzak bir biçare tasavvur ediliyor. Hakkım olmadan bana verilen ziyade ehemmiyetiniz, inşaallah size zararı olmaz; fakat Risale-i Nur’un hüsn-ü cereyanına zarar ihtimali var. Siz bir hakikati hissediyorsunuz. Ve fevkalâde sadakat ve ihlâsınız inşaallah hak görür, fakat surette bazan aldanılır. Biz hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenâb-ı Hakka aittir.(Kastamonu Lahikası)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, burada ”yüksek ve tesirli zat” kendi zatı olduğu halde dikkati kendi yerine Risale-i Nur’un manevi şahsiyetine çekiyor. Risale-i Nur’un, Kur’an’ın son kalesi olduğu ve kıyamete kadar hizmeti ile tesirinin devam edeceğini dile getiriyor.
Talebelerinin kendisi hakkındaki hüsnüzannını kabul etmemesini ise Üstad Hazretleri, şu cümlelerle dile getiriyor, ”Hakkım olmadan bana verilen ziyade ehemmiyetiniz, inşaallah size zararı olmaz; fakat Risale-i Nur’un hüsn-ü cereyanına zarar ihtimali var.”
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!