KUR’AN ALLAH’IN KELAMIDIR

SÛRE-İ FETH’İN bu üç âyetinin çok vücuh-u i’câzı vardır. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın on vücuh-u külliye-i i’câziyesinden ihbar-ı bilgayb vechi, şu üç âyette, yedi sekiz vecihle görünüyor.

BİRİNCİSİ

لَقَدْ صَدَقَ اللهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا  “ And olsun ki Allah, Resulünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti.” Fetih Sûresi, 27 nci ayeti) ilâ âhir. Feth-i Mekke’yi, vukuundan evvel kat’iyetle haber veriyor. İki sene sonra, haber verdiği tarzda vuku bulmuştur.

İKİNCİSİ
جَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا “Bundan önce size yakın bir fetih daha ihsan etti.” Fetih Sûresi, 27 nci ayeti) ifade ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zâhirî İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galip görünmüş olduğu halde, mânen, Sulh-u Hudeybiye mânevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor.

Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile, çendan maddî kılıç kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur’ân-ı Hakîmin bârika-âsâ elmas kılıcı çıktı; kalbleri, akılları fethetti.

Musalâha münasebetiyle birbiriyle ihtilât ettiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envâr-ı Kur’âniye, inat ve taassubât-ı kavmiye perdelerini yırtarak hükmünü icra ettiler.

Meselâ, bir dâhiye-i harp olan Hâlid bin Velid ve bir dâhiye-i siyaset olan Amr ibnü’l-Âs gibi, mağlûbiyeti kabul etmeyen zatlar, Sulh-u Hudeybiye ile cilvesini gösteren seyf-i Kur’ânî onları mağlûp edip, Medine-i Münevvereye kemâl-i inkıyad ile İslâmiyete gerdendâde-i teslim olduktan sonra, Hazret-i Hâlid, bir seyfullah şekline girdi ve fütuhat-ı İslâmiyenin bir kılıcı oldu.

MÜHİM BİR SUAL: Fahrü’l-Âlemîn ve Habib-i Rabbü’l-Âlemîn Hazret-i Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidâyetinde mağlûbiyetinin hikmeti nedir?

Elcevap: Müşrikler içinde, o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Hâlid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlâhiye, hasenât-ı istikbaliyelerinin bir mükâfât-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış.

Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlûp olmuşlar, tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin.

ÜÇÜNCÜSÜ
لاَتَخَافُونَ kaydıyla ihbar ediyor ki: “Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe’yi tavaf edeceksiniz.” Halbuki, Ceziretü’l-Arabdaki bedevî akvam, çoğu düşman olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı âzamı düşman iken, “Yakın bir zamanda, hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz” ihbarıyla, Ceziretü’l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyşi İslâmiyet içine ve emniyet-i tâmme vaz’ edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.

DÖRDÜNCÜSÜ
هُوَ الَّذِۤى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ
“Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur.” Fetih Sûresi, 28 nci ayeti) kemâl-i kat’iyetle ihbar ediyor ki, “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak.”
Halbuki, o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nesârâ ve Yahudi ve Mecusî dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyân-ı resmîleri iken, kendi küçük kabilesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galip ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat’iyetle ihbar ediyor. İstikbal, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkîden Bahr-i Muhit-i Garbîye kadar İslâm kılıcının uzamasıyla tasdik etmiştir.(Lem’alar)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu lem’a da Kur’an’ın bilinmeyen alemlerden haber vermesini ele alıp, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat ediyor. Bunu da Fetih Suresinin son üç ayeti ile sergiliyor. Bu ayetlerin herbir kelimesindeki bilinmeyen haber ve müjdelere işaret edip, bunları bir insaanın aklı ile anlamasının mümkün olmadığını, bu ancak bilinmeyenlerin anahtarı elinde olan Allah’ın bildirmesi ile mümkün. Öyleyse Kur’an, Allah’ın kelamıdır. Kur’an’ın hem ayeti, hem kelimatı hem harfleri herbiri ayrı ayrı birer mucize olduğu ispat edilmekte.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir