MAKAM VE KEMALATI ŞAHSINA KABUL ETMEMEK

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, talebelerinin kendisine yakıştırdığı manevi makam ve rütbeleri neden kabul etmiyor?

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, kendisine yakıştırılan manevi makam ve rütbeleri kabul etmiyor. Bu gibi makam ve mevkileri Risale-i Nur’a veriyor. Dikkatleri Risale-i Nur’a yöneltiyor ve kendisini çok kusurlu bir hizmetkar olarak görüyor.

Makam ve meziyeti kendisinde değil Risale-i Nur’da aramamızı istiyor. Bu asırda iman davasının bir şahsa bağlanmasından ziyade bütün alaka ve dikkatin Risale-i Nur’a yönetilmesini istiyor. Zira şahıslar gelip geçicidir, iman davasının vekili olan Risale-i Nur’lar kalıcıdır.

Böyle davranmasının sebebini de Lahika Mektuplarında şöyle izah ediyor:

“Neden Nur şakirtlerinin kuvvetli hüsn-ü zanları ve kat’î kanaatleri, senin şahsın hakkında Nurlara daha ziyade şevklerine medar olan bir makamı ve kemâlâtı şahsına kabul etmiyorsun? Yalnız Risale-i Nur’a verip, kendini çok kusurlu bir hâdim gösteriyorsun?”

Elcevap: Hadsiz hamd ve şükür olsun ki, Risale-i Nur’un öyle kuvvetli ve sarsılmaz istinad noktaları ve öyle parlak ve keskin hüccetleri var ki, benim şahsımda zannedilen meziyete, istidada ihtiyacı yoktur. Başka eserler gibi müellifin kabiliyetine bakıp, makbuliyeti ve kuvveti ondan almıyor. İşte meydanda, yirmi senedir kat’î hüccetlerine dayanıp, şahsımın maddî ve mânevî düşmanlarını teslime mecbur ediyor.

Eğer şahsiyetim ona ehemmiyetli bir nokta-i istinad olsaydı, dinsiz düşmanlarım ve insafsız muarızlarım kusurlu şahsımı çürütmekle, Nurlara büyük darbe vurabilirdiler. Halbuki o düşmanlar, divaneliklerinden, yine her nevi desiselerle beni çürütmeye ve hakkımda teveccüh-ü âmmeyi kırmaya çalıştıkları halde, Nurların fütuhatına ve kıymetine zarar veremiyorlar. Yalnız bazı zaif ve yeni müştakları bulandırsa da vazgeçiremiyorlar.

Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiği için, haddimden çok ziyade olan hüsn-ü zanları kendime almıyorum. Ve ben, kardeşlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum. Hem kardeşlerimin bu bîçare kardeşlerine verdiği makam-ı uhrevî, hakikî, dinî makam ise, Mektubat’ta İkinci Mektubun âhirindeki kaideye göre, şahsıma verdikleri mânevî hediye olan kemâlâtı, eğer—hâşâ!—ben kendimi öyle bilsem, olmamasına delildir. Kendimi öyle bilmesem, onların o hediyesini kabul etmemek lâzım geliyor.” Hem kendini makam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir.”(Emirdağ Lahikası 170 nci Mektub)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir