KALB ALLAH’IN EVİDİR


الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“Kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur.” (Rad,13/ 28)

Kur’an-ı Kerim’de bu ayetle müminler ihtar ve ikaz edildiği gibi, insanın ruhunu, kalbini ve aklını tatmin edip doyuracak tek sevgi, Allah sevgisi ve Allah’ı zikirdir.

Hazreti İbrahim (as) gibi  “La uhubbül afilin” (Fani şeyleri sevmeye değmez) deyip, mecazi şeylerden ruhumuzu ve kalbimizi arındırıp, temizleyip kurtarmalıyız; ruh ancak o zaman saadete erişir ve mutlu olur.

Kalbimiz, Allah’ın evidir. Bu eve başka şeyler girmemelidir. Dünyanın fani şeylerini, Rabbi’mizin evine doldurmamalıyır. Risale-i Nur Külliyatından Kastamonu Lahikasında yer alan bir mektupta, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu konuyu bize güzel bir misal ile anlatmaktadır:

”Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.”(Kastamonu Lahikası)

Üstad Hazretleri, sefih bir eğlenceye büyük makam sahibi insanlar ile örtülü, edepli bir kadının katılıp katılmamasının ne derece doğru olup olmadığını bakışımıza sunuyor. Edepli ve mesture bir kadının, çocuklar ve serserilere katılarak sefih işlere girmesi nasıl ayıp ve yakışıksız ise, kamil bir insanın kalp, akıl ve ruhunun boş ve abes işlerle meşgul olup mecazi aşkların peşine düşmesi de aynı derecede yakışıksızdır.

İnsanın akıl, kalp, ruh, vicdan gibi latifelerinin, bir hanımın kendisini koruması için nasıl örtünüyorsa, insanın da bu duygularını öyle koruması gerektiğine işaret eden Üstad Hazretleri, bu asırda insanın ulvi hislerinin fitne ateşinden koruması gerektiğini söylüyor, ve bunun yolunu bizlere şöyle gösteriyor:

”Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.”(Kastamonu Lahikası)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir