SIKINTI VE KEDERİ UNUTMAK

İman lezzeti insana her türlü kederi, sıkıntıyı, derdi, tasayı unutturabilir mi?

Evet, insanın imanından aldığı lezzet ve neşe dünyanın her türlü derdini, sıkıntısını ve kederini unutturur. İman bütün bu sıkıntıların, panzehri gibidir. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, Yirmi Sekiz yıl zindan ve sürgünlerde azap ve sıkıntılar içinde bulunmasına rağmen metanet ile iman davasına sahip çıkması ve onda şiddetle sebat göstermesi, imanın vermiş olduğu bu teselli ve neşe sayesindedir. Yani iman insana öyle büyük, yüce bir lezzet ve neşe verir ki dünyanın bütün dert ve kederlerini hiçe indirir.

Bu herkesin imandaki derecesine ve mertebesine göredir. Yani insan iman hakikatlerini ne kadar anlamış ve hazmetmiş ise, ona göre imanın neşe ve lezzetine mazhar olur.  Ondan almış olduğu kuvvet ile dert ve kederlere sabredebilir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Barla ve Kastamonu Lahikasında yer alan mektublarda ve Lem’alar da bu konuda bizlere şöyle sesleniyor:

”Hem her vakit beklediğim, ehl-i zındıkanın bana hücumu gayretli talebem, cesaretli biraderzadem olan uhrevî kardeşimden başlaması muhtemel olmakla beraber, hıfz-ı Kur’ânî her müşkülâta galip ve lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur itikadında olduğumdan, seni teşcî ve teşvike lüzum görmem. Râkımü’l-Hurûf Hâfız Hâlid sana selâm eder, duanı ister.”(Barla Lahikası)

”Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir. Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemâl-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.

İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle, Risale-i Nur’un imanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.”(Kastamonu Lahikası)

”Evet, dünyaya muhabbet ve alâka yüzünden, güya, adeta ehl-i gafletin dünya gibi büyük, hasta, mânevî bir vücudu vardır. İman ise, o dünya gibi zeval ve firak darbelerine, yara ve bere içinde olan o mânevî vücuduna birden şifa verip, yaralardan kurtarıp hakikî şifa verdiğini pek çok risalelerde kat’î ispat etmişiz. Başınızı ağrıtmamak için kısa kesiyorum.

İman ilâcı ise, ferâizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesât-ı nefsâniye ve lehviyât-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini men eder. Hastalık madem gafleti kaldırıyor, iştihâyı kesiyor, gayr-ı meşru keyiflere gitmeye mâni oluyor; ondan istifade ediniz. Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından, tevbe ve istiğfarla, dua ve niyazla istimal ediniz.”(Lem’alar)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir