KÜFRE RIZA

” Aziz, sıddık kardeşlerim;
Dün, Emin, bu havaliye gelen bir kolordu münasebetiyle, istemediğim ve Rusun harbe devamını bilmediğim halde, Rusya’nın Kafkasla ittisali kesilmesini söyledi. Ben, onun sözünü kesip susturduğum halde, kalbim ehemmiyetle bir alâka gösterdi.
Sonra, bugün namazda ve tesbihatında iken, mânevî tarzda denildi ki: Küre-i arzda çarpışan, mücadele eden cereyanlardan herhalde birisi İslâmiyete ve Kur’ân’a ve Risale-i Nur’a ve mesleğimize taraftar olacak; bu noktadan ona karşı bakmak gerektir. Bakmamak için bir iki mektupda yazdığım sebepler çendan kalbe, akla kâfidir; fakat meraklı ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi. Aynen tesbihatta ihtar edildi ki:
Ehemmiyetli sebebi ise: Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır; tarafgir nazarı, taraftar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir, belki alkışlar. Halbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür.
Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor. Çok mâsum ve mazlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz, gaddar medeniyetin zâlimâne düsturu olan, “Cemaat için fert feda edilir; milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz” diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaate feda etmez; “Hak haktır; küçüğe, büyüğe, aza, çoğa bakılmaz” diye kanun-u semavî ve hakikî adalet noktasında Risale-i Nur şakirtleri gibi hakikat-i Kur’âniyeyle meşgul adamlar, zaruret olmadan, lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için, netice itibarıyla fâidesi bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zâlimâne tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve Kur’ân lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takip etmekle meşgul olmak münasip olmadığı için, nefis de, akıl ve kalbe tâbi olup merakını bırakmış diye anladım.”(Kastamonu Lahikası,104 Mektub)

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu lahika mektubunda bizlerin bakışını bir konuya çekiyor ve Kur’an’ın en önemli bir esasını bize ders veriyor :

” Küfürden razı olmak ve onu hoş görmek aynen küfürdür.”

İnsan hoşuna giden şeyi kabul eder ve onu kalben onaylar, yoksa kalbin onaylamadığı bir şeyden insanın razı olup hoşlanması mümkün değildir.İnsan kalbi ile iman eder, yine kalbi ile küfre girer. İnanç ve iman, kalbin içinde olup biter. Rıza göstermek bir şeyi hoş görmek ise kalbin dış alemdeki yansımasıdır.

Allah’ın yasak ettiği bir fiili insan yasak görmüyor ve bundan da razı oluyor ise, yani yasağı övüp tasvip ediyor ise, kalp dünyasında küfre girdiğini gösterir. Biz, bir insanın küfür içinde olduğunu, kalbin, rıza ve hoş görmesinden anlıyoruz. Lisan ve davranışlar, kalbin aynasıdır. Kalp mutlaka lisana ve davranışlara yön verir. Öyle ise bir insanın Mümin ya da Kafir olduğunu davranış ve lisanından anlarız.

Küfür, Allah’ın razı olmayıp yasakladığı şeylerdir. İnsan bu yasaklardan ve razı olunmayan şeylerden razı olursa, küfre düşmüş olur. İman, Allah’ın emir ve yasaklarını kalben tasdik dil ile ikrar etmekten ibarettir, aksi ise küfürdür.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir