İNSANIN HİZMET VE İBADETİ
İnsan yaptığı hizmet ve ibadetinin neticesini beklemeli midir?
İnsan yaptığı hizmet ve ibadetini hiçbir beklenti içine girmeden sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalıdır. Meşhur bir söz vardır, ”İnsan vazifesini yapıp, vazife-i İlahiyeye karışmamalı”dır. Bizim vazifemiz iman hizmetinde bulunmaktır. Biz hizmetimizle İslam alemini hidayetini isteriz. Fakat, hidayet işi Cenab-ı Hakk’ın takdirine kalır. O hikmetine göre verir. Biz üzerimize düşeni yaptık mı? Gerisi Allah’a kalan bir iştir.
İnsan herhangi bir durumda üzerine düşen vazifeyi alır,bu işle gerekli alması gereken tedbirleri yerine getirir. Gerisi Allah’a tevekkül etmektir. O’nun hükmüne teslim olmaktır. Bunu yapan insan ruh sıkıntısına düşmez kalb rahatlığı içinde olur.
Bu konuda Risale-i Nur’da geçen bir olay bize güzel bir örnektir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ’da iken kuraklık sebebi ile yağmur duasına çıkılıyor ve namaz kılınıyor. O zaman yağmur yağmıyor. Kendisine hizmet eden küçük bir Risale-i Nur talebesi Üstad Hazretlerine şöyle soruyor:
”Sual: Üstadım, yağmur duası ve namazın neticesi görünmedi, fâidesiz kaldı. İki üç defa bulut toplandı, yağmur vermeden dağıldı. Neden?
Elcevap: Yağmursuzluk, bu çeşit dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değil. Nasıl ki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı kılınır ve güneşin gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de, yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duasının vaktidir. İbadet ve duanın sebebi ve neticesi emir ve rıza-i İlâhîdir, fâidesi uhrevîdir. Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksatlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz battal olur. Meselâ, akşam namazı güneşin batmaması için ve husuf namazı ayın açılması için kılınmaz. Öyle de, bu nevi ibadet, yağmuru getirmek için kılınsa yanlış olur. Yağmuru vermek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yaptık; Onun vazifesine karışmayız.
Gerçi yağmur namazının zahir neticesi yağmurun gelmesidir; fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayınını veren babası, hanesi, dükkânı değil; belki onun tayınını ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Zât, onu besliyor, rızkını veriyor. Hattâ en küçücük bir çocuk da, daima aç olduğu vakit validesine yalvarmaya alışmışken, o yağmur duasında, küçücük fikrinde büyük ve geniş bu mânâyı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir Zât, hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının fâidesi olmaz. Öyleyse Ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur.”(Emirdağ Lahikası)
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!