İMAN KULU ALLAH’A BAĞLAR

”Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet gibi vücudumu sarsan ârızalar bir gaflet zamanıma rast gelip, şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vücudum, belki mahlûkatın vücutları ademe gidiyor diye, elîm bir endişe verirken, yine Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: “Mânama dikkat et ve iman dürbünüyle bak.”

Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki, bu zerrecik vücudum hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisatla hadsiz vücutları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymettar, bâki, müteaddit vücutları meyve veren bir kelime-i hikmet hükmünde bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması ebedî bir vücut kadar kıymettar olduğunu ilmelyakîn ile bildim.

Çünkü, şuur-u imanla bu vücudum Vâcibü’l-Vücudun eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşî evhamın hadsiz karanlıklarından ve hadsiz mufarakat ve firakların elemlerinden kurtulup mevcudata, hususan zîhayatlara taallûk eden ef’âlde, esmâ-i İlâhiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peydâ ettiğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visâl var olduğunu bildim. Malûmdur ki, karyeleri ve şehirleri ve memleketleri veya taburları ve kumandanları ve üstadları gibi rabıtaları bir olan adamlar sevimli bir uhuvvet ve dostâne bir arkadaşlık hissederler. Ve bu gibi rabıtalardan mahrum olanlar daimî, elîm karanlıklar içinde azap çekiyorlar. Hem bir ağacın meyveleri, şuurları olsa, birbirinin kardeşi ve birbirinin bedeli ve musahibi ve nâzırı olduklarını hissederler. Eğer ağaç olmazsa veya ondan koparılsa, herbiri o meyveler adedince firakları hissedecek.

İşte imanla, imandaki intisapla, her mü’min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksız envârını kazanır; kendisi gitse de, onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur. Bununla beraber, Yirmi Dördüncü Mektup’ta tafsilen kat’î ispat edildiği gibi, her zîhayatın, hususan zîruhun vücudu bir kelime gibidir. Söylenir ve yazılır, sonra kaybolur. Fakat kendi vücuduna bedel ikinci derecede vücutları sayılan hem mânâsı, hem hüviyet-i misaliyesi ve sûreti, hem neticeleri, hem mübarek ise sevabı, hem hakikati gibi çok vücutlarını bırakır, sonra perde altına girdiği gibi; aynen öyle de, bu vücudum ve her zîhayatın vücudu, zâhirî vücuttan gitse, zîruh ise hem ruhunu, hem mânâsını, hem hakikatını, hem misalini, hem mahiyet-i şahsiyesinin dünyevî neticelerini ve uhrevî semerelerini, hem hüviyet ve suretini hafızalarda ve elvâh-ı mahfuzada ve sermedî manzaraların film şeritlerinde ve ilm-i ezelînin meşherlerinde ve kendini temsil eden ve bekà veren fıtrî tesbihatını defter-i a’mâlinde ve esmâ-i İlâhiyenin cilvelerine ve mukteziyatlarına fıtrî mukabelelerini ve vücudî âyinedarlıklarını daire-i esmâda ve daha bunlar gibi zâhirî vücudundan daha kıymettar müteaddit mânevî vücutlarını kendi yerinde bırakır, sonra gider; ilmelyakîn sûretinde bildim.

İşte iman ve imandaki şuur ve intisapla bu mezkûr bâki, mânevî vücutlara sahip olunabilir. İman olmazsa, bütün o vücutlardan mahrum olmakla beraber, zâhirî vücudu dahi onun hakkında ademe ve hiçliğe gider gibi zâyi olur.” (Şualar, Dördüncü Şua)

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, iman ve küfür ile kainata bakmanın fayda ve zararlarını gösteriyor. İman, insan ile Allah arasında bir bağdır. İman varlıkları gösteren ve onların üzerindeki takılı nimetleri hissettiren bir nurdur. İman nuru ile bakıldığı zaman, kabir ebedi saadetin bir başlangıcı ve giriş kapısıdır. İman, ile kainat hali ve boş değil, melek ve ruhani gibi mübarek seyircilerle dolu İlahi bir sergidir.

Küfür ise varlığı, zamanın en alt birimi olan salisenin içine hapsetmektir. Evet, kafirin nazarında varlık bulunduğu andır. Geçmiş ve gelecek onun nazarında yokluktur. Kabir ise bedeni tüketen bir hiçlik kuyusudur. Ölüm, idam celladıdır.

Yine, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, insan vücudunun zaman ve mekana tabi olduğu için, sürekli değişen ve yenilenen konumuna dikkat çekmekte. Yani her bir saniyede yaşayan vücut bir sonraki vücut ile aynı değildir, her an eskisi kaybolur yenisi yerine gelir. Hal böyle olunca, insan her an bir şeyler kazanırken bir şeyler de kaybediyor.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu varlıklara üzülürken, ayet imdada yetişip diyor ki; ” Merak etme senin elinden zamanın aldığı varlık mertebeleri beka aleminde bir çekirdek olup, orada ebedi varlık ağacı olarak tekrar yeşerecektir.” İnsan ihlas ile bir iki saniye Allah’ın rızasına mazhar olsa belki, Allah o bir iki saniyelik vücutta kazanılan ihlas ile bizi affedecek ve bize ebedi cenneti ikram edecektir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri burada bir misal ile olayı aklımıza iyice yaklaştırıyor. Aynı taburda, aynı bölükte, aynı takımda olmak iki askeri kuvvetli bir arkadaş yapıyor. İnsan uzun zaman geçse bile o asker arkadaşını unutamıyor. İşte, aynı Rahman’a kul olmak, aynı Tevvab’ın affına nail olmak,aynı Münim olan Allah’ın inayetine muhtaç olmak gibi münasebetler de insanları ve mahlukatı biribirine yaklaştıran bağlardır.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir