GENÇ YAŞTA HİZMETE KOŞAN EKREM KÖKER
Ekrem Köker, 1940 Kastamonu Tosya doğumludur. Anne ve babası dindar olduklarından dini bir sohbet ortamında büyür. Dine karşı içinde bir meyil bulunur. İlk ve orta okulu Tosya’da okuyan Ekrem Köker, lise tahsiline 1956 yılında amcasının yanında İstanbul’da başlar.
Risale-i Nur’larla ilk tanışmalarının 1955 yılında olduğunu dile getiren Ekrem Köker, o günleri hatıralarında şöyle anlatır:
”1955 yılında Denizli Hapsi Kahramanlarından İnebolu’lu Ziya Dilek Ağabey, Tosya’ya Özel İdare Müdürü olarak tayin edilir. Babam esnaflık yapardı. Manifaturacı dükkanımız vardı. Ziya Ağabey ile babam tanışırlar ve sohbet ederler. Ziya Ağabey, Üstad’ı ve Risaleleri anlatır ve Mektubat adlı eseri babama verir. Babam o gece sabaha kadar oturur ve kitabı okuyup bitirir. Ertesi günü babam Ziya Ağabey’e, ”Bu kitabı şimdiye kadar ne diye vermedin?” diye sitem eder. Külliyatı okuyan babam, Üstad’ı görmek ister.
Herkesin çekinip korttuğu o günlerde babam arkadaşı Hacı Hafız ile birlikte Barla’ya Üstad’ı ziyarete giderler. Üstad’ımız babama adını sorar. Babam, ”Zühtü” diyor. Üstad, ”Bir daha söyle”diyor, babam yine ”Zühtü”diyor. Üstad’ımız, ”Birini daha söyle”diyor. Aklı başına gelen babam, ”Mustafa Zühtü”diyor. Bunun üzerine Üstad Hazretleri, ”Mustafa Zühtü, ben sizi talebeliğe kabul ettim.” diyor. Üstad, babama Barla’ya gelmeden önce Kastamonu’ya gidip gitmediklerini de soruyor, ”gittik” cevabı üzerine, ”Kastamonu’da Mehmet Feyzi ile irtibatı kesmeyin.” Üstad o gece onları Sıddık Süleyman’a emanet ediyor, ”Benim yerime bunları misafir et.”diyor.
Babam, Üstad’ı ziyaretinden döndükten sonra ise, Tosya’da iman Kur’an hizmeti risaleler yazılmaya başladı. 1956 yılı sömerst tatilinde bizim evde yapılan derste İstanbul Süleymaniye’deki Kirazlımescid Sokaktaki dershanenin adresini aldım. İstanbul’a dönünce bir Cumartesi günü Kirazlımescid Dershanesini aradım. O sırada Ahmet Aytimur, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci ile Ali İhsan Yurt dershanedeler. Ali İhsan Ağabey camı tıklattı, bana ”Sen bir yer mi arıyorsun?”dedi. ”Aradığım yeri buldum.” dedim ve içeri girdim, onlarla tanıştık ve bizde hizmet kervanına katıldık.
Lise iki ve üçüncü sınıfı, Kastamonu’da yatılı okudum. Burada okurken Mehmet Feyzi Ağabey’in yanına giderdik. O bize risalelerden sohbetler yapar ve ”Siz bunları Risale-i Nur’ları okursanız, bu size anlattığım dersleri koyunun yavrusuna verdiği süt gibi, hazır gıda nevinden daha çabuk daha kolay alırsınız.”derdi.
Kastamonu lisesinde okurken, lisede bir mescid açmıştık. Muhlis Bey diye bir tarih öğretmenimiz vardı. Bir gün derse geldi. Üstad’ın aleyhinde konuşmaya başladı. En sonunda, ”Bu adam cahildir, ne kitabı var ne de bir eseri”deyince ben dayanamadım. ”Hocam yanlış söylüyorsunuz, eseri var”dedim. Gittim Mektubat adlı eseri getirdim. ”İşte bak eseri bu” dedim. Hah, ”İşte ben de bunu arıyordum.”dedi. Beni oyuna getirmişti. Kolumdan tutup okul idaresine götürdü. Bana, ”Bu eseri kimden aldın?” dediler. Ben de”Babam’dan aldım.” dedim. Babamı mahkemeye verdiler. Babam dört arkadaşıyla beraber Kastamonu’da İkibuçuk ay hapis yattı. Ben çocuk olduğum için bir şey yapmadılar.
Lise bitti. Ankara İlahiyat Fakültesine kaydımı yaptırdım. Ulus’ta Murat Lokantasının üzerinde bir dershane vardı. Oraya geldim. Baktım hizmet faaliyet var, eleman yok. Said Özdemir Ağabey,”Kardeşim bak ihtiyaç var, hizmet lazım şimdi adama ihtiyaç var.” dedi. Bir anda kendimi hizmetin içinde buldum Okulu tecil ettim. O sırada Sikke-i Tasdik-i Gaybi’nin baskısı yapılıyordu. Matbaalara gidip, nüshaları alıyor, tashih ve kontrolleri yapıp, daha sonra baskıya veriyorduk. İhtilale kadar Risaleler Doğuş Matbaasında basıldı. Mustafa Türkmenoğlu, Tosyalı Sadık Ağabey, Hulusi Ok, Yusuf Işık vardı.
Ankara’daki bu dershanemize Sungur Ağabey sıkça gelirdi. Bir seferinde bana Üstad’ımızın bir hediyesini getirdi. Gözüm gibi saklıyorum onu. Geceleri de dersler olurdu. Medeniyet Matbasında ”Bediüzzaman Cevap Veriyor” kitabını bastırdım. Kitabın kapağına naşir olarak Said Özdemir Ağabey’in adını yazdım. Savcılık bir süre sonra dava açtı. Said Özdemir Ağabey tutuklandı, iki buçuk ay hapiste kaldı.
1959 yılının sonlarıydı. Ankara’da basılan risale formaları Üstad’a götürülüyordu. Ben de bir forma aldım, Emirdağ’a gittim. Mehmed Çalışkan Ağabey vasıtasıyla Üstad’ımızın yanına gittim. Üstad, bizi karşıladı:
”Kardeşim, demek Ekrem sensin?”
”Ben seni çok merak ediyordum, demek Ekrem sensin. Maşaallah. Seni evlad-ı maneviyem olarak kabul ettim, has talebeliğe kabul ettim.”dedi. Üstad’ın yanındaki Ağabeyler ile yemek yedikten sonra Ankara’ya döndüm.
1960 yılının ilk günlerinde Üstad Hazretleri Ankara’ya geldi. Beyrut Palas Oteline yerleşti. O gün otel de odasına çıktım Üstad karyolanın üzerinde oturuyordu, gözleri şimşek gibi çakıyordu. Sonra aşağı indim. Üstad da daha sonra otelden çıktı.
Biz Ankara’da hizmetlere devam ederken 23 Mart 1960 tarihinde bir telefon geldi. Üstad’ımızın vefat ettiği haberini aldık. Hizmetin bir minibüsü vardı. Ankara’daki arkadaşlarla beraber hemen yola çıktık. Urfa’ya vardık. Urfa insan kaynıyor. Urfa matem içinde. O gece 500 hatim indirildiği söylendi.
Öğle vakti. Üstad’ın mübarek naaşı cami de tabutun üzerine koymuşlar, üstü çıktı. Ben en ön saftayım. Cenaze namazını kıldık, hemen tabutu kaptım, bir müddet Üstad’ımızın naaşını taşıdım. Bu arada kendi kendime, ”Burada bu kadar insan var. Sana bu kadar ancak düşer. Hadi bırak bakayım.” dedim. Tabuttan ayrıldım. Dışarı çıktım. Halilürrahman Dergahında mezarın olduğu yere girdim. Üstad’ın kabrinin başında teşyiciler arasında bulundum. Elhamdülillah. Kayalar, Zübeyir, Sungur, Bayram, Hüsnü, Andullah Ağabeyler vardı.
Mezar kapandı, üzerine toprak kondu, ziyarete açıldı. İnsanlar sıra halinde ziyaret ediyor. ”Vah Seyda” diye mezara kapanıyor, bir avuç toprak alıyor. ”Yapmayın haramdır” ikazımızı kimse dinlemiyor. Yarım saat olmadan mezarda toprak kalmadı. Daha sonra Urfa dershanesine gittim. Orada Mevlana Halid-i Bağdadi’den gelen Üstad’ın cübbesini giymek nasip oldu. Arkadaşlarla daha sonra Ankara’ya döndük.
Ankara’da kaldığım 1958-1963 yılları arasında birçok davalar mahkemeler açıldı. Sık sık polisler gelir bizi karakola götürür. Bazen bir gece, bazen iki gece yatırır, canı ister savcıya götürür, canı istemez serbest bırakır. Savcı da ister mahkemeye sevk eder, isterse serbest bırakırdı. Yaşım daha yirmi olmadan beş tane davam vardı. 1960 İhtilalinde bizim dershane de karakol kurulmuştu, geleni götürüyorlardı. 16 Ağustos 1960 ve 6 Kasım 1960 yılı gazetelerinde bizim duruşmalarımız yayınlanmıştı. Bir gün bizi 14 kişi tevkif ettiler. Zübeyr, Sungur, Tahsin Tola Ağabeyler vardı. On kişi tahliye oldu, Mustafa Sungur, Tahsin Tola, Abdülkadir Akçiçek ve ben hapiste kaldık. Ankara Ulucanlar Cezaevinde dört ay beraber kaldık. Dört ay sonra mahkemeye çıkarıldık, mahkeme tahliye kararı verdi.”(Derleme, Ö.Özcan, Ağabeyler anlatıyor)
1963 yılında Yedek Subay Öğretmen olarak askere giden Ekrem Köker, askerlik sonrası Tosya’da öğretmenliğe devam eder. Daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığına geçen Ekrem Köker, 2005 yılında Milli Eğitim Bakanlığından emekli olur.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!