DÜNYA SIKINTILARI SEVAP KAZANDIRIR
وَالْفَجْرِ وَلَيَالٍ عَشْرٍ
“Yemin olsun fecre. Ve on geceye.”(Fecir Sûresi,1,2nci ayeti)
kasem-i Kur’âniyle fevkalâde kıymetleri tahakkuk eden o mübarek gecelerde ve seherlerde mübarek kardeşlerimin mübarek duaları hem bana, hem ehl-i imana çok bereketli ve nurlu olmasını rahmet-i Rahmân’dan niyaz ederim.
Saniyen: Size bir küçük sehvin büyük bir nükte-i gaybiyesiyle, karşı sahifedeki haşiyeyi, mevkilerinde yazmak için gönderdim.
Salisen: Hulûsi’nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin, Risale-i Nur’un şakirtlerine inâyet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.
Rabian: Risaletü’n-Nur, kendi kendine Kur’ân’ın himayeti ve hıfz-ı Rabbânî altında intişar ediyor. İmâm-ı Ali (r.a.) iki defa sırren, sırren demesi işaret eder ki, perde altında daha ziyade feyiz ve nur verir. Sizin gibi kardeşlerim, zamanın sarsıntılı hâdisâtına karşı -şimdiye kadar gibi- yine tam mukavemet eder ümidindeyim.
مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ (Kadere iman eden, kederden emin olur.) düsturumuz olmalı.”(Kastamonu Lahikası)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu lahika mektubunda bizlerin iki şeye dikkatini çekiyor. Sabah namazı öncesi seherlerde ve mübarek gün ve gecelerde müminin mümine, bilhassa Nur Talebelerinin birbirlerine yapacakları dualarının hem kendilerine, hem de iman ehline bereketli, feyizli ve nurlu olacagına işaret ediyor. Böyle anlarda sık sık dua etmemizi bizlere öğüt veriyor.
Bir ikincisi ise, birbirimizle sıkı bir irtibatın metodu anlatılıyor. Üstad Hazretleri, o yıl yani 1938 de kendisi Kastamonu’da talebesi Hulusi Ağabey ise Elaziğ’ta, onu merak edip halini soruyor. Sıkıntı içinde oduğunu hissedip, dua edip üzülmemesini, zira Nur Şakirtlerinin inayet altında olduğuna dikkat çekiyor. Bu konu daha sonra Hulusi Ağabey’in hatıralarında şöyle yer alıyor:
“1938`de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köyleri o yıl vergi verememişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi: `İmha!..`
“Canlı bir şey bırakmayınız; genç-ihtiyar, çocuk-kadın vs.”
“Bunların çoğu Rafızî idi. Fakat bu tarz bir muamele ile bunlar salâh mı bulacaklardı? Ben kıt`a komutanı idim. En çetin ve zor vazifeyi de bize verdiler.
“Sen piyadesin, seni topla takviye etmek gerektir` dediler.
“Müthiş bir hüzün ve ızrıdap içinde idim. Hz. Üstad benim bu hüznümü hissetmiş. Bu durumu kendisine yazıp soramadım. Nasıl yazabilirdim? Bu ızdırabımı kâğıda nasıl dökebilirdim? Tam merhum pederimle vedalaştım. Hayvana bindim gidiyordum. Bir de baktım, hizmet eri koşarak geldi. Elime bir mektup verdi. Mektubu açtım. Mektubu Üstad Kastamonu`’dan Ürgüp Müftüsü olan kardeşi Abdülmecid vasıtasiyle gönderiyordu:
“Hulusi`nin bir gailesi var, diye hissediyorum. Merak etmesin. Risale-i Nur`un şakirdlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde, şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerekir. Hem o, hem sizler, bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.”
“Az sonra isyân olan bölgeye gittik. Döndük dolaştık. O bölgeyi terk etmişler, dağlara mağaralara çekilmişler. Rahmet-i İlâhîye yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan bizi kurtardı.” (Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursi`yi Anlatıyor,Necmeddin Şahiner)
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!