AKLINI BAŞINA AL, BENİ DİNLE
”Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun. Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzip ediyorsun? Öyle ise bu sarayı da inkâr et ve “Âlem yok, memleket yok” de ve kendini de inkâr et, ortadan çık. Yahut aklını başına al, beni dinle.
İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, madenler var. (HAŞİYE) Âdeta, memleketten çıkan herşey o maddelerden yapılıyor. Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.
Hem bak: Bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş kumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette, bilbedâhe, birdir. Çünkü o iş iştirak kabul etmez. Öyle ise, bütün nescolunan san’atlı şeyler ona mahsustur.
Hem de bak: Bu dokunan, yapılan şeylerin herbir cinsi bütün memleketin her tarafında bulunuyor, bütün ebna-yi cinsleriyle öyle intişar etmiş, beraber olarak, birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor, nescediliyor. Demek birtek zâtın işidir; birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak ve muvafakat muhaldir.”
(HAŞİYE: Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yere giren, medet veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziya, toprak unsurlarına işarettir.) (Sözler, Yirmi İkinci Söz)
“Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun. Halbuki her şey O’nu gösteriyor, O’na işaret ediyor, O’na şehâdet ediyor.”sözleri ile,Üstad Hazretleri, muhteşem dünya sarayında dünyaya gelen canlı cansız herşeyin, bu sarayın temel taşı olan, su, toprak, hava ve ışık ve elementlerle dokunan bir insanın Allah’ı tanımadığı takdirde akıldan uzak bir yola girdiğine dikkat çekerek, kendisinin akıllı değil akılsız olduğunu söylüyor.
“Tarla kimin ise mahsulat da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.” sözleri ile Üstad Hazretleri, kainatı bir tarla veya denize benzetiyor. Önce kendi vücudumuzdan başlayalım. Başımız bir tarla gibimi? Evet, üzerinde saçlar bitiyor. Yüzümüzde sakal, bıyık ve kaşlar. Saçlarımız kendi ilmimizle ve kudretimizle mi çıkıyor? Hayır. Öyleyse, saçlar da bizim kendi mülkümüz değil, başımız da.
Bir ağaca bakalım. Başında yapraklar ve meyveler var. O ağaç da bir tarla gibi. Ağaç kimin ise meyveler de onundur. Şimdi, bahçeye bakalım. Yüzlerce ağaç aynı topraktan besleniyor. O bahçe de bir tarla gibi, her bir ağaç o tarlanın bir mahsulü. Bahçe kimin ise ağaçlar da onundur. Şimdi denize bakalım. Onda yüzen balıklar kimin? Allah’ındır.
Biz içimize ve dışımıza sahip olamazken, bir ağac, bir bahçe, bir deniz kendi içine ve dışına sahip olabilir mi? Bunu nasıl düşünebiliriz? Tarla ve deniz Allah’ın mülkü. O mülklerden çıkan her şey de yine O’nun mülküdür.
İşte, kainatta, her şey Allah’ı gösterdiği, O’na işaret ve şehadet ettiği halde Allah’ı, tanımamak, bilmemek en büyük bir akılsızlıktır.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!