ZİKRİM, FİKRİM ALLAH’DIR

Afyon’lu Avukat Ahmet Hikmet Gönen, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve talebelerinin Afyon Mahkemesinde müdafi avukat sıfatı ile onları savunmaya çalışan ve mahkemenin bütün safahatını takip etmiş bir kişi. Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve talebeleri ile çok yakından alakadar olan ve onların her türlü hizmetlerine koşan Ahmet Hikmet Gönen’nin uzun hatıralarından bazı bölümleri o günlerde yaşananları bir parça anlayabilmek adına sizlere sunuyoruz.

Hatıralarında Üstad Bediüzzaman Hazretlerini daha önce ziyaret etmek istemesine rağmen gidemediğini söyleyen Ahmet Hikmet Gönen şunları anlatır:

”Bediüzzaman Emirdağ’ından Afyona getirilmiş. Afyon’a gelişini amcazadem Mehmed Erkoşar’dan öğrendim. Hemen adliyeye gittim. Saat On İki de umumi kapıdan içeri girerken Üstad Hazretlerini gördüm. Kendisi Sorgu Hakimliğinden çıkıyordu. Beni gördü, bana doğru yöneldi. Ben de kendisine doğru gidiyordum. ”Hoş geldiniz!” dedim. Bana baktı.

”Sen kimsin?” dedi.
”Ben Avukat Ahmet Hikmet Gönen” dedim.
”O, çok güzel isabet oldu. Benim vekaletimi sen deruhte et!” dedi.
”Hay hay efendim!” dedim.
”Tamam! dedi. ”Benim hakkımda açtıkları dava yersizdir. Bu davayı açtıkları için haksızlık yaptılar. Ama biz muvaffak olacağız. Teşekkür ederim. Otele gel, görüşürüz.”dedi.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Ankara Palas Otelinde kaldığını ifade eden Ahmed Hikmet Gönen, otele gittiğini ve orada Üstad ile yaptığı görüşmeyi ise şöyle anlatır:

”Üstad bana:”Ben Allah rızası için çalışıyorum. Benim zikrim, fikrim Allah’tır. Benim talebelerim de Allah yolunda, din, iman yolundadır. Başka bir maksadımız yoktur. Binaenaleyh bu dava yersizdir. Siz benim vekilliğimi yapın!’ dedi.
Ben de,”Pekala Efendim:” diyerek Üstad Hazretleri ile birlikte Yirmi Dört kişinin vekaletini aldık. Bu kişiler Emirdağ ve civarından gelenlerdi. Sonra dava açıldı. Tevkif ettiler. Bu kişileri içeri aldılar.”

Emirdağ ve civarından gelen bu kişilere daha sonra Yirmi Beş kişi daha eklenir. Ve Afyon Mahkemesi maznunlarının sayısı Kırk Dokuz’a ulaşır.

1948 senesinin Temmuz Ayı içinde dava başlar. O sene Mübarek Ramazan Ayı da bu ay içindedir. Mahkeme sırasında birçok olaylarla karşılaşan Ahmet Hikmet Gönen, o günleri şöyle dile getirir:

”Mübarek Ramazan Ayındayız.Mahkemeyi millet dinlemeye gelmiş.
Hakim, Üstad Hazretlerine soruyor:
”Ne kadar talebeniz var?”
Bediüzzaman, ”Bilmiyor musunuz!”
”Bir de siz söyleyin.”
”Çok.. Binlerce..”

Mahkeme de maznunların her birisi şifahi olarak birer müdafaa yaptılar. Onların müdafaalarını herkesin dinlemesini isterdim. En hafif müdafaa yapacak diye beklediğimizin savunması şahane oluyordu. Tam sekiz buçuk saat müdafaa oldu. Hele Ahmet Feyzi Kul’un müdafaası ise anlatılamazdı, ancak yaşamak lazım. Onun için Bediüzzaman, O’na ”Nur’un Manevi Avukatı” derdi.

Mahkemede Ahmet Feyzi, öyle bir ders verdi ki, çok ibret almıştık. Avukat arkadaşlarımda mahkemeyi merakla takip ediyordu. ”Dün ne oldu, bize anlat?” dediler.
”Ben fazla izah edemeyeceğim. Kısa söylüyorum. Biz dün iman deryasına girdik ve çıktık, anladınız mı?” dedim.

Biz usul bakımından vekil idik. Amma asıl vekil, ilmî ve meslekî bakımdan vekili olan talebeleriydi. Zaman zaman hapishaneye gider, Üstad Hazretlerini ziyaret ederdim. Bir seferinde ateşi kırk dereceye çıkmıştı. O bu halde bile telif, tashih işiyle meşguldu. Bir defasında bana şunları söyledi:

”Halkın bana gösterdiği alakadan dolayı sıkılıyorum. Ben de bu milletin bir ferdi, bu memleketin bir vatandaşıyım. İdarenin gözünde başka manalar aranıyor, buna ben çok üzülüyorum.”

Bir celse de namaz vakti girdi. Müsaade isteyen Bediüzzaman’a Savcı, ”Olmaz efendim, usule aykırıdır.” deyince. Ben ona karşı yüksek sesle,”Ne usulu? Sizden usul hakkında birşey istemiyor. Sizden Allah’ın yolundan ayrılmama gayretinde olan bir şahıs, bu yoldan ayrılacağım endişesi ile, sizden beş dakika müsaade istedi.” dedim. Hakim, izin verdi. Üstad Hazretleri dışarı çıkıp namazını kıldı, ve geldi.

Mahkemede, Ceza Hâkimi bir gün bana şöyle demişti: “Ben bundan yirmibeş sene evvel İstanbul’da talebe iken Bediüzzaman’ı duymuştum. “Doğudan bir âlim gelmiş” dediler.”Her sorulan suale cevab veriyormuş.. Bir gün bir kalabalık gördüm, ne oluyor? diye sorduğumda “Bediüzzaman gidiyor” dediler. Ben de yaklaştım, tam bir şarklı kıyafetindeydi. Belinde hançeri vardı. Genç idi. İlmine o kadar güveniyorduki; kapısının üstüne “Her soruya cevab verilir” levhası astırmıştı“

Diyanet İşlerinin raporu vardı. Külliyatın hemen her eseri için bilirkişilerin tetkik neticesinde kanaatlarını ihtiva eden birkaç satırlık notları vardı. Ama dikkatinizi çekerim, hiçbirisinde suç vasfını haiz eden en küçük bir ize rastlanmamıştı. ‘Bu eserin yüzde 95’i dinî, ilmî, ahlâkî, içtimaî ve insanî mevzulardır yüzde 5’i ise şahsı fikirlerden ibarettir.’ deniyordu.

“Büyük adamdı. Din için çekti. Allah için çekti. Allah gani gani rahmet eylesin. “Bir kabristanın yanından geçerken, Fatiha okursam, muhakkak Bediüzzaman için de okurum.”.” (N.Şahiner, Son Şahitlerden derleme)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir