”KÜÇÜK ABDURRAHMAN” TAHSİN AYDIN

Tahsin Aydın, 1917 Siirt’e bağlı Tillo kasabasında dünyaya gelir. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın amcası Hazret-i Abbas (RA) neslindedir.

Tahsin Aydın, o yıllarda doğu vilayetlerinden Kastamonu’da mecburi ikamete tabi olanlardandır. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu hayatındaki talebelerindendir. risale yazma ve tashih hizmetleriyle meşgul olmuştur.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin,’Küçük Abdurrahman’ iltifatına mazhar olan Tahsin Aydın ile ilgili Risale-i Nur’daki bazı bahis ve mektuplar şöyledir:

(Risale-i Nur ?akirtlerinden Hilmi ve Çaycı Emin ve Tahsin’in fıkrasıdır. Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içine girmeye münasip görüldü.)

Bugünlerde casuslar tarafından ziyade bir hassasiyetle risalelere bakıldığından, inâyetin himâyeti dahi, bir nevi hassasiyetle ikramını gösterdi. Gayet cüz’î bir nümunesi budur ki:

Risale-i Nur ?akirtlerine, maişet cihetinde bir ikrâm-ı İlâhi ve küçük, fakat şâyân-ı hayret ve gayet lâtif bir tevafuk, bir vâkıa ve Risaletü’n-Nur hizmetinin şüphesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nur’un bir silsile-i kerametinin bir menbaı olan tevafuk, bu vâkıada, o cinsten altı adet tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini köküyle keser diye hükmettik. Şöyle ki:

Birkaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber ?stadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: “Size yemek yedireceğim, burada tayınınız var.” Mükerreren, “Yemezseniz bana dokuz zarar olur” dedi. “Çünkü yiyeceğinize karşı Cenâb-ı Hak gönderecek.”

Yemek yemekten affımızı rica ettikse de, emretti ki: “Rızkınızı yiyin; bana gelir.” Emrini kırmamak için, lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeye başladık. Daha sofrada iken, ümit edilmeyen bir vakitte, bir tarzda ve aynı vakitte bir adam geldi. Elinde yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz miktar (fındık kadar) tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüp edilerek, hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak, Risale-i Nur ?akirtlerinin rızkındaki bir bereket-i Rabbanîyi gözümüzle gördük. Üstadımız emretti: “İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tam tamına mislidir. Demek, tayın ciheti galebe etti. Tayın temini ise, mizanla olur.”

Sonra aynı akşamda, sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki, ekmek on misli ve tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısını çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli, memulün hilâfına, Risale-i Nur’dan İkinci Şuâın bir hafta mütalâasına mukabil bir mânevî ücret olarak geldi, gözümüzle gördük. Demek, kabak tatlısının tatlılığı, tereyağı—un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.

Risale-i Nur ?akirtlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yedikleri—Isparta’da olduğu gibi—burada dahi gözümüzle g?rdük. Pek çok vukuatından yalnız beş-altısını beyan ediyoruz.

Birincisi: Ben, yani Tahsin, birgün, yeni açtığımız bir dükkân meşgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tembellik edip yapamadım. Aynı vakitte şefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, emanet olarak yüz lira tebdil olmak için bana verdi. Bu paranın sahibine, Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için maliye sandığına gittim. Bu paraları sayarken, aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye ve sual ve cevaba ve muâhazeye mâruz kaldığım gibi, evimizi de taharrî etmek icap etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat bu terbiye ve şefkat tokatı olmak cihetiyle, yine Risale-i Nur kerametini gösterdi, zararsız kurtulduk.

….. …..

Beşincisi: Dört senedir Üstadın çarşı işinde hizmet eden bir zât, birden sadakati bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokat yedi. Bir senedir daha çekiyor.

Altıncısı: Bir hocaya ait bir hâdisedir. Belki helâl etmez. Biz de onu görmüyoruz. Tokatı şimdi kaldı.

Bu vukuat nev’inden hem çok var. Hem Risale-i Nur’a karşı kusura binâen, kat’iyen tokat olduğuna şüphemiz kalmadı.
Tasdik eden Risale-i Nur ?akirtleri
Hilmi, Emin, Tahsin
Evet, ben de tasdik ederim
Said”

”Haşiye-1
وَدَاعِيًا اِلَى اللهِ kelimesi, Risale-i Nur’un hakikî bir ismi olan Bediüzzaman’ın makamına tam tamına tevafuku ve manen mutabakatı olduğu gibi, yalnız دَاعِيًا kelimesi de, Risale-i Nur’un tercümanı olan Said ismine, üç harfle ittihad ve üç farkla tevafuk eder. Çünkü, tenvin, elif ve vav mecmuu elli yedi, sin’den üç fark var.Risale-i Nur talebelerinden Küçük Abdurrahman Tahsin””(Barla Lahikası)

1981 yılında Urfa’da vefat eden Tahsin Aydın’a, Allah’tan binler rahmet dileriz.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir