İMAN ŞUURU İLE BAKMA
Kainata iman şuuruyla bakılmazsa ne olur? İman ile bakılırsa ne olur?
İnsan iman şuuruyla, Allah’ın zatını sever, O’nun kainatta yarattığı mülküne, mevcudata bakar ve iman gözüyle manen istifade eder. İnsanın kabiliyeti ve potansiyeli, iman suyu ile gelişir. Eğer iman yoksa, kainat ve herşey ona bir nevi azap ve sıkıntı verir. İman insanı, bütün kainat ve içindekilerle akraba ve dost yapar. Onlarla bağ kurar. Ona dünyada küçük bir cennet hayatı yaşatır.
Akraba ve yakınlarına gelen sıkıntı ve musibetlerde insanın, acı ve azabı iman şuuruyla hafifleşir. Ölümü ebedi saadetin başlangıcı görür. Neşe ve sevinci artar. Eğer iman şuuru olmazsa,insan büyük acı ve azap duyar, mutsuz olur.
Risale-i Nur Külliyatından Şualar’da, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Dördüncü Şua’da bir zaman kendi yaşadığı bir olayı bizlerle paylaşarak, iman şuurunun önemine ve insana kattığı değerlere işaret ederek, imanın insanı Allah’a ulaştıran bir köprü vazifesi gördüğünü, kalplerin Allah’ı zikir ile rahatladığına dikkat çekerek bu konuda bizlere şöyle seslenmekte :
”Hem o şuur-u imanî ile o Bâki-i Sermedîye bir intisap ve o intisabın imanıyla umum mülküne bir münasebet peydâ olur. Ve o münasebet-i intisabî ile, hadsiz bir mülke bir nevi mâlikiyet gibi iman gözüyle bakar, mânen istifade eder.
Hem şuur-u imanî ile ve intisap ve münasebetle umum mevcudata bir alâka, bir nevi ittisal peydâ olur. Ve o halde, ikinci derecede vücud-u şahsîsinden başka hadsiz bir vücut, o şuur-u imanî ve intisap ve münasebet ve alâka ve ittisal cihetinde güya onun bir nevi varlığıdır gibi var olur; varlığa karşı fıtrî aşk teskin edilir.
Hem o şuur-u imanî ve intisap ve münasebet ve alâkadarlığı cihetiyle bütün ehl-i kemâlâta karşı bir uhuvvet peydâ olur. O halde Bâki-i Sermedînin varlığıyla ve bekàsıyla o hadsiz ehl-i kemâl mahvolmayıp zayi olmadıklarını bilmekle, takdir ve tahsinle merbut ve dost olduğu hadsiz dostlarının bekàları ve devam-ı kemâlâtı o şuur-u imanî sahibine ulvî bir zevk verir.
Hem o şuur-u imanî ve intisap ve münasebet ve alâkadarlık ve uhuvvet vasıtasıyla bütün dostlarımın -ki hayatımı ve bekàmı maalmemnuniye onların saadetleri için feda ediyorum- onların mes’udiyetleri ile hadsiz bir saadet kendimde hissedebilir gördüm. Çünkü, bir samimi dostun saadetiyle şefkatli dostu dahi saadetlenir ve lezzetlenir. Şu halde Bâki-i Zülkemâlin bekàsı ve varlığıyla, başta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve âl ve ashabı olarak, umum sâdâtım ve ahbabım olan enbiya ve evliya ve asfiya ve bütün sair hadsiz dostlarım idam-ı ebedîden kurtulduğunu ve bir saadet-i sermediyeye mazhariyetlerini o şuur-u imanî ile hissettim. Ve münasebet, alâka, uhuvvet, dostluk sırrıyla saadetleri bana in’ikâs edip saadetlendirdiğini zevk ettim.
Hem o şuur-u imanî ile, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i akraba yüzünden gelen hadsiz teellümattan kurtulup hadsiz bir zevk-i ruhanî duydum. Çünkü, hayatımı ve bekàmı maaliftihar onların tehlikelerden kurtulmaları için feda etmeyi fıtrî arzu ettiğim, başta pederlerim ve validelerim ve bütün neslî ve nesebî ve mânevî akrabalarım, Bâkî-i Hakikînin bekàsı ve varlığıyla mahvdan ve ademden ve idam-ı ebedîden ve hadsiz elemlerden kurtulup o hadsiz rahmetine mazhariyetlerini şuur-u imanî ile hissettim. Ve medar-ı gam ve elem olan cüz’î ve tesirsiz şefkatime bedel, nihayetsiz bir rahmet, onlara nezaret ve himayet ettiğini duydum, hissettim. Bir valide veledinin lezzetiyle, zevkiyle, rahatıyla zevklenmesi gibi, ben de o bütün şefkat ettiğim zâtların, o rahmetin himayeti altındaki necatlarıyla ve istirahatleriyle zevklendim ve ferahlandım ve çok derin şükrettim.” (Dördüncü Şua, Birinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye)
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!