1935 yılında Siirt’te dünyaya gelen Ali Mülayim, hafız-ı Kur’an’dır. Peygamber Efendimiz (ASM)ın müezzini Bilal-i Habeşi’nin soyundandır. Hocası Mele Şükrü’den ders alan Ali Mülayim dokuz yaşında hafız-ı Kur’an olur.

Kur’an okumanın ve bulundurmanın yasak olduğu bir dönemde hafız olan Ali Mülayim o günleri şöyle anlatır:

”Jandarma elimizde Kur’an görünce alır bizi eve gönderir, hocamızı ise döverler ve hapse atarlardı. Hocamız iki gün sonra hapisten çıkınca derslerimize kaldığımız yerden devam ederdik. Bilal-i Habeşi’nin soyundan geldiğimizi gösteren şecere belgemizi de evimize baskın yapıldığında ”Arapça bu” diye yırttılar. Annem ve babam vefat edince bize bakacak kimse yoktu. O zaman Bitlis’te din adamına ihtiyac olduğu söyleniyordu. Bütün kardeşlerimle beraber, 1947 yılında Bitlis’e geldik.

1954 yılından 58 yılına kadar Nato’ya bağlı bir şirkette çalışan Ali Mülayim, şirketin ”seni Almanya’ya götürelim” teklifine sıcak bakar. İstanbul’a gelir. Bir otele yerleşir. Pasaport ve diğer işlemler sonrası birkaç gün içinde Almanya’ya gitmeye hazırlanır.

Gece otelde uyurken,mana aleminde bir zat gelir. ”Sen Hafız-ı Kur’an’sın bu işleri bırak.” der. İkinci gece yine aynı zat gelir, ”Ben sana söylemedim mi? Sen Hafız-ı Kur’ansın, bu işlerden vazgeç, git kendi işini yap.” der. Ali Mülayim, kendi kendine ”Allah!, Allah! nedir bu iş.” diye sorar.

Üçüncü gün pasaportum yapılmış, ertesi günü Almanya’ya gideceğim. Otele geldim, pijamamı giydim, yatağa girdim. Beş dakika geçmedi pencere açıldı, bir zat girdi, amirane bağırarak,
”Hafız Ali kalk bakayım! Üç defadır beni buraya getiriyorsun. Ben sana demedim mi, bu işlerden vazgeç. Sen hem hafız-ı Kur’an’sın, hem de bu işlerde çalışıyorsun. Sen Almanya’ya gitmeyeceksin. Kalkıp gideceksin Bitlis’e. Benim ismim Said Nursi”dedi.

Ne yapayım diye düşünmeye başladım. Yarın da Almanya’ya gideceğim. Kendi kendime, ”Para da pul da makam da orada ama ben bu işlerden vazgeçeceğim.” dedim. Sabahleyin şirkete gittim. Pasaportumu verdim. Almanya’ya gitmeyeceğimi söyledim. Sonra bir arabaya bindim doğru Bitlis’e geldim.

Gökmeydanı Camisi imamı Hacı Ağabeyim vardı, onun yanına gittim. Başımdan gecenleri anlattım. ”Said Nursi diye bir zat gördüm, kimdir?” diye sordum. O da, ”Bediüzzaman Said Nursi çok büyük bir zattır, alimdir, Isparta’da kalıyor.” dedi. Tam bu sırada kapı açıldı iki kişi içeri girdi, kollarımdan tutup karakola götürdü. Askerlik 55 gün geçiyormuş, askeri kaçak, askeri firar gibi bir şey. Askerlik şubesine telefon ettiler, gelen iki inzibata beni teslim ettiler. Evraklar falan hazırlandı. Sevk evrakları ile beni Isparta 3. Eğitim Tugayına gönderdiler.

Trenle Isparta’ya geldim. Bir otele yerleştim. Sabahleyin kalktım. Ya Allah doğru Üstad’ın evine. Uzaktan baktım kapının önünde bir polis duruyor. Beklemeye başladım. Birisi yanıma geldi. ”Sen kimsin? Nereden geliyorsun”dedi. ”Bitlis’ten geliyorum, burada Bediüzzaman varmış, elini öpüp gideceğim.” dedim. ”Burada değil, Barla’dadır.” dedi. Döndüm geriye Ulucami’de öğle namazı kıldım, otele geldim.

İkinci günü abdestimi aldım, doğru yine Üstad’ın evine, baktım polisler uzakta. Kapıyı çaldım, ikinciyi çalmadan kapı açıldı. Kapıyı açan şöyle bir bana baktı. ”Hafız Ali sen misin?” dedi. ”Benim kurban. Hele ver şu mübarek elini öpeyim.” deyip eline uzandım, elini çekti ”Benim adım Ceylan.”dedi. Ben ağlamaya başladım. ”Ağlama”dedi boynuma sarıldı. ”Ağlama, Üstad bana dedi ki, ”Sen kapıda dur. Hafız Ali gelecek. Benim selamımı söyle, onu talebeliğe kabul etmişim. Doğru gitsin kıtasına teslim olsun, durmasın. Buraya da bir daha uğramasın.”dedi. Bunun üzerine gidip kıtama teslim oldum.

Bölükte onbaşı, sonra çavuş olduk. Bir gün merkeze bağlı Eğirdir yolu üzerinde bulunan Ali Köyüne atış talimine gittik. Atış yapıldı, öğlen oldu, Alay istirahate çekildi. Bir müddet sonra Eğridir gölü tarafından bir taksi geliyor. İçimden ”Tümen Komutanın taksisi geliyor.”diye geçirdim. Hemen Alay Komutanın yanına gittim. ”Komutanım bak, gelen taksi Tümen Komutanının taksisi değil mi?” Baktı, baktı, ”Valla odur” dedi. Hemen düdük çaldı. Bütün Alay hazırlandı.

Taksi Alay’a yaklaşınca, ben ”Esas duruş! Hizaya gel! Selam dur”’ diye bağırdım. Herkes esas duruşa geçti, selam durdu. Taksi geldi, geldi, yanımıza yaklaştı. Ben baktım taksinin içine, ”Allah! Allah! Cübbeli sarıklı birisi ellerini iki yana sallayarak bize selam veriyor.” Taksi şöyle biraz gitti. Komutan bağırdı. ”Ulan bu işi kim ayarladı?” ”Mülayim Çavuş” dediler. Komutanın yanına varır varmaz tokadı patlattı. Yere düştüm, kim var kim yok herkes beni dövmeye başladı. ”Bizi bu adama selam durdurdun.” dediler. O adam Üstad Bediüzzaman Said Nursi imiş, ilk defa orada gördüm.”
(Derleme,Ö.Özcan Ağabeyler anlatıyor)

1958 yılında Isparta’da iki adet Chevrolet taksi var, ikisinin de rengi aynı. Birisini Üstad Hazretleri kullanıyor, diğerini ise Tümen Komutanı Paşa.

Hafız Ali Mülayim daha sonra Üstad Hazretlerini taksiyle oradan geçerken görür. Bir keresinde koşar ve ellerini öper. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Hafız Ali’nin başını okşar.

1960 yılında askerliğini bitiren Hafız Ali, Bitlis’e gelir, burada imamlığa başlar. 1965 yılında Mardin’e ve 1975 yılında da Diyarbakır Ulu Cami’de imamlık görevine devam eder. 2003 yılında emekli olur.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir