ŞEYTANIN ELİNE FIRSAT VERME
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ – وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ
”İkinci Vecih
Budur ki, mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebep tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mânâ geçse, ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer mânâlar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise, giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması, telebbüsle iltibas eder. “Eyvah!” der. “Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hisset-i nefs, beni matrud eder.” Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.
Şu yaranın merhemi şudur: Dinle ey biçare! Nasıl ki senin namazın edeb-i nezihânesinin vesilesi olan zahirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de, maânî-i mukaddesenin, suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Meselâ, sen âyât-ı İlâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden, bir maraz, ya bir iştiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, devâ-i illet ve kaza-i hâcetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasip süflî suretleri nescedecek. Ve gelen mânâlar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise, hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.”
“Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, ey Rabbim, Sana sığınırım.” Mü’minûn Sûresi, 97-98” (Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, insana gelen vesveselerinin nasıl oluştuğunu ve hangi kaynaktan geldiğini izah ediyor. İnsan bu kaynağı bilirse, o zan ve vesveselerin şerrinden emin olur ve kendisini daha iyi muhafaza eder.
Manaların ilk çıktığı yer kalptir ve mana buradan çıkarken çıplak olarak çıkar. Hayal ise bu çıplak manaların üstüne bir elbise ve sembol giydirir. Hayalin vazifesi çıplak manalara birer elbise ve sembol dokumaktır. Hayal suret ve şekillerin dokuma ve imal merkezidir. İnsan hayali ne kadar güzel, zengin ulvi şeylerle meşgul olursa manalar da o derece nezih şekilde akseder. Kalbdeki ulvi manalar çıplak çıkmazlar, hayalde kendine layık bir elbise giyer öyle çıkar.
İnsanın kalbi kabir gibidir, kalpte manalar kabirdeki ölüler gibi çıplaktır. Kalbin ve kabrin dışı ise, hayal alemi gibidir, olaylarla doludur. Ulvi manalar hayalden geçerken pis ve murdar şeylere suretlere dokunabilir, yakınlaşır yanyana olabilir. İşte burada, şeytan vesvese ile bize musallat olur, bizi kandırmaya çalışır. Şeytana ait olan zannı kalbinden zanneder. Bu zandan kurtulmazsa, şeytan onu kendine eğlence, oyuncak yapar. Hatta işi iman ve ibadetten uzaklaştırmaya kadar götürebilir.
Üstad Hazretleri, burada olayı daha iyi anlamamız için, mükemmel bir misal veriyor, insanın kendi kanı veya dışkısı üzerine bulaşırsa abdestti bozulur. Ama bu iki unsur içimizde dolaşmakta, bu iki unsur dışarı çıkmaz ve üzerimize bulaşmazsa zararı yok, abdestimiz bozulmaz. Damarlarımızdaki kan, abdestimizi bozmadığı gibi hayalimizdeki kötü düşünceler de dışarı yansımadıkça, hayata taşınmadıkça, fiiliyata geçmezse zararı yok. Zararsız şeyi evham edip, zararlı gibi kabul etmemeliyiz.
Üstad Hazretleri, dikkatimizi bir konuya daha çekiyor, namaz mı kılacan, tefekkür mü yapacan, önce tedbir al. Bir yerimiz mi ağrıyor, karnımız mı aç, yoksa tuvalet ihtiyacımız mı var? Önce bunları gider, yoksa şeytan bunları iyi değerlendirir. Hastahane, mutfak, lavabo da bizi dolaştırır, şeytanın eline bu fırsatı verme. Daima insan, ben namazıma, tefekkürüme devam edecem düşüncesinde olmalı, heran güzel şeyleri düşünüp hayal etmeli ki, manalar geçerken o elbiseleri giysin.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!