KAİNATTA HERŞEY ALLAH’I TESBİH EDER

“Kâinatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah’ı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını fark etmiyorsunuz.”(İsra Suresi, 44 Ayet)

Bu ayeti kerime bize kainatta herşeyin Allah’ı tesbih edip, O’na ibadet ettiğini bildirmekte. Bu tesbih ve ibadette irade ve şuur sahipleri bilerek ve istiyerek tesbih ve ibadette bulunur. İrade ve şuur sahibi olmayan diğer mahlukat ise vazife ve yaratılışıyla tesbih ve ibadet eder. İradesiz ve şuursuz olan bu mahlukat hali ile ve vazife noktasından tesbih ve ibadette bulunur. Onlar hali ve vazife noktasından ne yaptıklarını bilmeseler de, Allah’ın sonsuz ilmi onlar adına biliyor.

Konuşma dili ile yapılan dua ve zikirlerin ise bir kısmını da yine bizim anlamamız mümkün değildir. Ayette ifade edildiği gibi, eşyanın bu dillerini biz anlayamayız. Dünya üstünde bizim anlamadığımız binlerce insan dilinin olduğu gibi.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Risale Nur’larda birçok yerde kainatın tesbihatına dikkat çekmekte.

“Evet, fıtratın şehadeti reddedilmez. Delâlet-i hal ise, hususan çok cihetlerle gelse, şüphe getirmez. Bak, hadsiz fıtrî şehadeti tazammun eden ve nihayetsiz tarzlarda lisan-ı hal ile delâlet eden ve mütedahil daireler gibi birtek merkeze bakan şu mevcudatın muntazam suretleri, herbiri birer dildir; ve mevzun heyetleri, herbiri birer lisan-ı şehadettir; ve mükemmel hayatları, herbiri birer lisan-ı tesbihtir ki, Yirmi Dördüncü Söz’de kat’î ispat edildiği gibi, o bütün dillerle pek zâhir bir surette tesbihatları ve tahiyyatları ve birtek Mukaddes Zâta şehadetleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücudu gösterir ve kemâl-i ulûhiyetine delâlet eder.”(Otuz Üçüncü Pencere)

Mesnevi-i Nuriye adlı eserde ise, şu bölüm bu meselemize işaret etmekte:

“İ’lem eyyühe’l-aziz! Tesbihat, ibâdât, gayr-ı mahdud envâlarıyla her şeyde vardır. Fakat, her şeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lâzım değildir. Çünkü, husul huzuru istilzam etmez. Tesbih ve ibadet edenler, yalnız yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfatı malûm bir ibadet olduğunu bilirlerse kâfidir. Zaten Mâbud-u Mutlakın ilmi kâfidir. İnsandan maadâ mahlûkatta teklif olmadığından, onlara niyet lâzım değildir. Ve keza, amellerinin sıfâtını bilmek de lâzım değildir.”(Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir