İPE TAKILI KONSERVE KUTUSUNA BAK
Gel, ey muhakemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibini tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun. Çünkü istib’âd ediyorsun. Onun acip san’atlarını ve hâlâtını akla sığıştıramadığından, inkâra sapıyorsun. Halbuki, asıl istib’âd, asıl müşkülât ve hakikî suûbetler ve dehşetli külfetler, onu tanımamaktadır. Çünkü onu tanısak, bütün bu saray, bu âlem, birtek şey gibi kolay gelir, rahat olur, bu ortadaki ucuzluk ve mebzûliyete medar olur. Eğer tanımazsak ve o olmazsa, o vakit herbir şey, bütün bu saray kadar müşkülâtlı olur. Çünkü herşey bu saray kadar san’atlıdır. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzûliyet kalır. Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi.
Sen yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak.(HAŞİYE) Eğer onun gizli matbaha-i mu’ciznümâsından çıkmasaydı, şimdi kırk parayla aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.
Evet, bütün istib’âd, müşkülât, suûbet, helâket, belki muhâliyet, onu tanımamaktadır. Çünkü, nasıl bir ağaca, bir kökte, bir kanunla, bir merkezde hayat veriliyor; binler meyvelerin teşekkülü, bir meyve gibi suhulet peydâ eder. Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. Hem nasıl bütün ordunun teçhizatı bir merkezde, bir kanunla, bir fabrikadan çıksa, kemiyetçe bir neferin teçhizatı kadar kolaylaşır. Eğer herbir neferin ayrı ayrı yerlerde teçhizatı yapılsa, alınsa, herbir neferin teçhizatı için, bütün ordunun teçhizatına lâzım fabrikalar bulunması lâzımdır.
Aynen bu iki misal gibi, şu muntazam sarayda, şu mükemmel şehirde, şu müterakkî memlekette, şu muhteşem âlemde bütün bu şeylerin icadı birtek zâta verildiği vakit, o kadar kolay olur, o kadar hiffet peydâ eder ki, gördüğümüz nihayetsiz ucuzluğa ve mebzûliyete ve sehâvete sebebiyet verir. Yoksa herşey o kadar pahalı, o kadar müşkülâtlı olacak ki, dünya verilse birisi elde edilemez.
HAŞİYE: Konserve kutusu, kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, süt kutusu hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir.(Sözler, Yirmi İkinci Söz)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, burada iki grub insan profili ortaya koyuyor. Bir kısım insan düşünmeden yaşamayı bir inanç gibi benimseyen ve vicdanlarını çalışamaz hale getiren grub. Diğeri ise düşünüp bunlara bir mana veremeyen grup. Bu âlemi, kendi varlıklarını düşünen, bunlara bir mana veremeyen, şu muhteşem âlemin bir yaratıcısı olduğunu vicdanlarında duydukları halde, akılları bu gerçeği kavramaktan uzak bulunan kişilere Üstad Hazretleri sesleniyor:
”asıl istib’âd, asıl müşkülât ve hakikî suûbetler ve dehşetli külfetler, onu tanımamaktadır. Çünkü onu tanısak, bütün bu saray, bu âlem, birtek şey gibi kolay gelir, rahat olur, bu ortadaki ucuzluk ve mebzûliyete medar olur.”
Üstat Hazretleri, bu insanlara hitap ederek, şöyle diyor: Siz bütün varlık âleminin bir tek zâtın emrinde bir fabrika, bir tezgâh gibi kolay çalıştığını gözünüzle gördüğünüz halde bunu aklınıza sığıştıramıyorsunuz. O halde bir de bunun zıddı olan inançsızlığa bakın bakalım, bu mevcut nizamı, bu hikmetli faaliyetleri nasıl ve ne ile izah edeceksiniz?
İnsan, bütün bu varlıkların kendi kendine, tesadüfen oldukları zannı ile nasıl tatmin olabilir?! İşte asıl zorluk, asılsız bir düşünceyi, böyle batıl bir inancı kabul etmektedir.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!