EMANETE HIYANET ETMEK
Emanet, emanete hıyanet etmek ve cezasını çekmek ne demektir?
Emanet doğru sözlü, güvenilir bir kişiye, geri alınmak üzere geçici olarak bırakılan mal, para veya herşeye emanet denilir. Bu emanet maddi olduğu gibi manevi de olabilir. Emaneti alan kişi bu emaneti sahibine teslim edinceye kadar korumakla yükümlüdür. Ayrıca emaneti alan kişi, emanetten sahibinin rızası dairesinde istifade edebilir. Onun izni olmayan yerlerde emaneti kullanamaz, kullanırsa bundan sorumlu olur.
Emanetin manevi yönü ise, Allah’ın insana emanet olarak verdiği maddi ve manevi her organ ve duygusunu içine alır. Bu emanetler, göz, kulak, dil gibi vucüd azalarımız, akıl, kalp, korku ve sevgi gibi duygularımız, bunlarla birlikte insana verilen mal, mülk, hanım, evlat, makam mevki, gençlik gibi herşeyde Allah’ın insana verdiği emanetlerdir.
İnsan, kendisine emanet olarak verilen bütün bu maddi ve manevi emanetleri Allah’ın izni dairesinde kullanabilir. O’nun izni haricinde kullanılırsa, emanete hıyanet edilmiş olur. Müminun Suresinin başında kurtuluşa eren müminlerin tarifi yapılır. 8 nci ayetinde mealen ”Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.” buyurularak, daha sonra, ”Onlar ki, manazlarını kılmağa devam ederler. İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.” 9 nucu ve 10 ncu ayet. Mearic Suresi 12 nci ayetinde de önce emanete riayet etmenin önemi daha sonra da namaz emredilmektedir. Keza, Nisa Suresi’nin 58 nci ayetinde geçen emanet kelimesini Peygamber Efeendimiz (ASM) ibadet olarak açıklamış ve beş vakit namaz kılmayı emretmiştir.
Cenab-ı Hakk, canımızı,vücudumuzu her organımızı, mallarımızı, çocuklarımızı, eşlerimizi, bize verdiği bütün nimetlerin hepsi birer emanettir. Onların Rabbimizin rızası dışında kullanmak o emanetlere hıyanet etmek olur.Bize verilen bu emanetleri,nasıl kullanmalıyız ki, kurtuluşa erişelim. İşte bu konuda Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Sözler adlı eserinde bize bu yolu gösteriyor:
”…her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip ibkà etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-yı Kur’ân işitiliyor. Der: “Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var.” Sual : Nedir? Elcevap: Emaneti sahib-i hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.
Birinci kâr: Fânî mal bekà bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder, bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekàda saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta ziyâdâr, mûnis birer manzara olurlar.
İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.
Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.
Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.
Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizât-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar. Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
İşte, ey akıl, dikkat et! Meş’um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede? Ve daha bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min imanıyla Hâlıkının emanetini Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.
Dördüncü kâr: İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.
Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve aletlerin ibadeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.”(Sözler, Altıncı Söz)
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!