DÜNYA DA GARİB GİBİ YAŞAMAK
Aklım dahi, ıztırabından ve dehşetinden feryat eden nefsime hitaben dedi:
Bırak bîçare feryadı, belâdan kıl tevekkül.
Zira feryat, belâ-ender hata-ender belâdır bil.
Belâ vereni buldunsa eğer,
Safâ-ender vefâ-ender atâ-ender belâdır bil.
Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret;
Çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün dünya
Cefâ-ender fenâ-ender hebâ-ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken,
Ne bağırırsın küçücük bir belâdan, gel tevekkül kıl.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün.
O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Hem üstadlarımdan Mevlânâ Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim:
”O, “ben Senin Rabbin değil miyim?” dedi. Sen “Evet” dedin. “Evet” demenin şükrü nedir, bilir misin? Çok bela çekmektir. Bilir misin bela çekmenin sırrı nedir? Yani fakr u fena dergahındaki halkaya katılmaktır. Dîvân-ı Kebîr, s. 157, Gazel 251”
O vakit nefsim dahi “Evet, evet. Acz ve tevekkülle, fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır.
اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ وَاْلاِسْلاَمِ (İmân ve İslâmiyet nuru için Allah’a hamd olsun) dedi. Meşhur Hikem-i Atâiyenin şu fıkrası, yani, “Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?” yani;
“Onu bulan herşeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur” ne derece âli bir hakikat olduğunu gördüm ve طُوبـٰى لِلْغُرَباَۤءِ “(İslâmiyet garip olarak başladı; ileride garipliğe dönecek ve ilk günlerdeki gibi tekrar garip olarak gelişmeye başlayacaktır.) Ne mutlu gariplere!” hadîsinin sırrını anladım, şükrettim.
İşte, kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler, çendan nur-u imanla nurlandılar; fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler: “Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim. Acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözleri tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem” fikri hatırıma geldi.
Onun için sizden sormuştum ki, “Acaba yazılan Sözler kâfi midir, noksanı var mı? Yani vazifem bitmiş midir? Tâ ki rahat-ı kalble kendimi nurlu, zevkli, hakikî bir gurbete atıp, dünyayı unutup, Mevlânâ Celâleddin’in dediği gibi,
”Semâ’ın ne olduğunu bilir misin? O, şahsî varlıktan vazgeçip; mutlak yokluk içinde bekâyı zevk etmektir.”
deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?” diye sizi o suallerle tasdî etmiştim.(Mektubat)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Peygamber Efendimiz (ASV)ın ”dünya da garip ve yolcu gibi yaşa” tavsiyesine uymaya çalıştığını dile getiriyor. Bu fani dünyadan gerçek yurdu Cennet’e doğru yolalan insanın kendini bu dünya hayatında bir garip gibi görmesi ulvi bir histir. Ebedi hayatı isteyen insan bu ulvi gurbeti aramalıdır. Hadiste geçen ”garib’ kelimesi dini savunanların maddi açıdan zayıf ve yalnız olacaklarına işaret ediyor. Tabi bu sebebler açısından yoksa iman ve tevekkül açısından garibler kainatın en güçlü ve kuvvetli insanlarıdır. Zira,Rabbine bağlı insanın arkasındaki güçle kimsa başa çıkamaz.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!