NURUN AVUKATI AHMED HİKMET

1912 Afyon doğumlu olan Ahmet Hikmet Gönen, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve talebelerinin 1948 Afyon Mahkemesi avukatlığını yapmıştır. Risale-i Nur’da, ‘Avukat Hikmet’ olarak adı geçen Ahmet Hikmet Gönen, Afyon Baro Başkanlığı görevinde de bulunmuştur.

Ahmet Hikmet Gönen, 1948 yılında,adliyeye Üstad Bediüzzaman’ı ziyarete gitmiş, ilk defa adliye koridorunda karşılaşıp selamlaşmıştır. Avukat olduğunu söyleyince, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Allah rızası için çalıştığını. Hakkında haksız yere dava açıldığını” ifade ederek vekaletini üzerine almasını istemiştir. Hikmet Gönen de bu isteği yerine getirerek Üstad Bediüzzaman Hzaretlerinin avukatlığını kabul etmiştir.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ‘Allah rızası için çalışıyorum’ sözünden etkilendiğine işaret eden Ahmet Hikmet Gönen, ”Avukat arkadaşlar davayı kaç paraya aldığımı sordular? Çok paraya, dedim. Halbuki para falan yoktu, davayı Allah rızası için kabul etmiştim. Bediüzzaman “Ben Allah rızası için çalışıyorum. Benim talebelerim de Allah yolunda, din, iman yolundadır. Dünyalık maksadımız yoktur.Sözünden etkilenmiştim.”

Avukat Ahmed Hikmet Gönen, On Dördüncü Şua’da, “Başbakanlığa, Adliye Bakanlığına, Dahiliye Bakanlığına” diye başlayan ve “Bir tek gayem vardır” şeklinde devam eden dilekçeyi 1948 senesinde yazar ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerine sunar,Üstad Hazretleri bu parçayı beğenip takdir eder ve altına kendi imzasını atarak yayınlar. O dilekçe şöyle:

Başbakanlığa, Adliye Bakanlığına, Dahiliye Bakanlığına

Hürriyet ilânını, Birinci Harb-i Umumîyi, mütareke zamanlarını, Millî Hükûmetin ilk teşekkülünü ve Cumhuriyet zamanını birden derk eden bütün hükûmet ricâli beni pek iyi tanırlar. Bununla beraber, müsaadenizle hayatıma bir sinema şeridi gibi sizinle beraber göz gezdirelim.

Bitlis vilâyetine tâbi Nurs köyünde doğan ben, talebe hayatımda rastgelen âlimlerle mücâdele ederek, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inâyet-i İlâhiye ile mağlûp ede ede İstanbul’a kadar geldim. İstanbul’da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederek, nihayet rakiplerimin ifsadatıyla, merhum Sultan Hamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilânıyla ve Otuz Bir (31) Mart Vak’asındaki hizmetlerimle İttihad ve Terakki hükûmetinin nazar-ı dikkatini celb ettim. Câmiü’l-Ezher gibi, “Medresetü’z-Zehrâ” namında bir İslâm üniversitesinin Van’da açılması teklifiyle karşılaştım. Hattâ temelini attım. Birinci Harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas cephesinde, Bitlis’te esir düştüm. Esaretten kurtularak İstanbul’a geldim.

Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye âzâ oldum. Mütareke zamanında, istilâ kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul’da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti üzerine, yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van’da üniversite açmak teklifi tekrarlandı.

Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre “Eski Said”i gömdüm. Büs bütün âhiret ehli “Yeni Said” olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yûşâ Tepesine çekildim. Daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım. Ruhî ve vicdanî hazzımla başbaşa kaldım.

اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ yani, “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım. Ve Kur’ân-ı Azîmüşşânın tetkik ve mütalâasıyla vakit geçirerek “Yeni Said” olarak yaşamaya başladım. Fakat kaderin cilveleri, beni menfî olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur’ân-ı Kerîmin feyzinden kalbime doğan füyuzâtı yanımdaki kimselere yazdırarak birtakım risaleler vücuda geldi. Bu risalelerin heyet-i mecmuasına “Risale-i Nur” ismini verdim. Hakikaten Kur’ân’ın nuruna istinad edildiği için, bu isim vicdanımdan doğmuş. Bunun ilham-ı İlâhî olduğuna bütün imanımla kaniim ve bunları istinsah edenlere “Bârekâllah” dedim. Çünkü iman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktu.

Bu risalelerim birtakım iman sahipleri tarafından birbirinden alınarak istinsah edildi. Bana böyle bir kanaat verdi ki, Müslümanların zedelenen imanlarını takviye için bir sevk-i İlâhîdir. Bu sevk-i İlâhîye hiç bir sahib-i iman mâni olamayacağı gibi, teşvike de dinen mecbur bulunduğumu hissettim. Zaten bugüne kadar yüz otuzu bulan bu risaleler tamamen âhiret ve iman bahislerine ait olup, siyasetten ve dünyadan kastî olarak bahsetmez. Buna rağmen birtakım fırsat düşkünlerinin de iştigal mevzuu oldu. Üzerinde tetkikat yapılarak Eskişehir, Kastamonu, Denizli’de tevkif edildim; muhakemeler oldu.

Neticede hakikat tecellî etti, adalet yerini buldu. Fakat bu düşkünler bir türlü usanmadılar. Bu defa da beni tevkif ederek Afyon’a getirmişlerdir.”

….. ….. …..

Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.
Mevkuf
Said Nursî”

Daha sonraki yıllarda, Afyonkarahisar’dan İstanbul Erenköy’e taşınan Ahmed Hikmet Gönen, İstanbul’da 2002 yılında 90 yaşında iken vefat etmiştir. Kabri, Afyonkarahisar’da olan Hikmet Gönen’e, Allah’tan rahmet dileriz.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir