AHİRZAMANDA GELECEK VAZİFEDAR

Merhum Ahmed Feyzi Kul Ağabey’in, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve Risale-i Nur Külliyatı ile ilgili hatıralarında, her mütefekkirin eser yazdığını, fakat bu eserlerin onlardan farklı olması, akl-ı selim insanların bu eserlerdeki özelliği fark ettiğini belirtterek, ”Bu eserlere, Kur’an’ın bu asırda zuhur etmiş bir mucize-i manevisi, diyelim” diyor.

Nur Risalelerinde, başka eserlerde görülmeyen, tartıya, ölçüye gelmeyen hallerinin, insanın hiss-i seliminin takdir ettiği bir müstesnalık olduğuna da dikkat çeken Ahmed Feyzi Kul Ağabey’in bu konudaki hatıraları ise şöyle:

”Risale-i Nur` gibi bu derece kıymetli bir asar, ne için böyle sadattan (seyyid) olduğu açıkça belli olmayan bir zata verilmiş? Ayrıca kendisinde sünnet-i seniyyeye harfi harfine riayetteki bu derece tevfik nedendir?

Ahir zamanda iman kurtarmak, büyük bir milletin imanını siyanet (muhafaza) etmek gibi ağır ve mühim bir vazife niçin bu zata verilmiş de, bu kadar mühim bir vazifenin başarılması için, niçin vazifenin esas sahipleri olan sadattan bir zat çıkmamış? Sonra bu zat diyor ki: `Biz ileride gelecek olan bir zatın yapacağı vazifeye ihzarat (hazırlık) yapıyoruz.`

Amma akabinde de, `O zat gelecek, bu eseri program yapacak` diyor. Programı hazırlayan mı mukteda-bihtir, programı tatbik eden mi? Tatbik eden madundur. Makamı ne kadar yüksek olursa olsun! (Yani, programı hazırlayan, tatbik edenden daha üst makamdadır, amir durumundadır.)

Demek bu Zat açıkça diyor ki: (vazifeli olarak gelecek zatlar) `Bu eseri tatbikle mükelleftirler, memurdurlar.` Şimdi bu eseri vücuda getiren, ortaya koyan bir zat mı metbudur, yoksa alelıtlak bir tatbikatçı mı?

Bu itibarla, o kendisini ne kadar setretse, mahiyetini gizlese de, bizim bu zat hakkındaki haklı hüsn-ü zannımızın hiçbir mantıkla, hiçbir şekilde sarsılmasına imkan olmuyor. Bunun için, bütün sadatın da kendisine tevcih-i nazar etmesini de dikkate alarak, biz ilerden beri bu zatın ahirzamanda gelecek ve İslama büyük hizmet edecek, İslamı dalaletten, küfürden kurtarmaya vesile olacak zat olduğu kanaatındayız.

Çünkü, bugünkü realite budur. Önümüzde bu hizmet görülüp duruyorken ve bir cemaat-ı sadıka bu zatın peşinde kemal-i azimle hiç yolunu şaşırmayarak yürümekte bulunurken ve kendisindeki mahviyet, tevazu, şahsiyetinden tamamen tecerrüd etmek, kendisini merci olarak kabul etmemek; ancak ilmi, ancak Kur`an`ı merci olarak kabul etmek, istiğna-i tam gibi halleri, ne kadar setretse de, bizim aklımızı bu zatın mahiyetine ve ahirzamanda gelecek vazifedarın kendisi olduğuna tevcih ediyor.

Evet, zamanın siyasi icabları vesairesi bakımından belki kendisini setre memurdur; kendisini setretmiş olabilir. Amma bu mezkuriyetin ilelebed devam etmiş olması ve bizim bir cehalet karanlığında bir ama-i tefekkürde kalmış olmaklığımız, sonuna kadar devam edemez. Bu insanlar, kimin peşine düştüklerini ve bu davanın hangi dava olduğunu anlamak zaruretindedir. ”

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir