Cahid Ünsal, 1921 yılında Van’da dünyaya gelmiştir. Babası Sami Bey Aydın’ın Kuşadasında vaiz ve imamlık yaparken I Dünya Savaşı sonrasında Van’a gelip yerleşmiş ve burada bir okulda din dersi hocalığı yapmıştır. Asıl mesleği ise PTT’ciliktir. Cahid Ünsal da baba mesleği PTT’de uzun yıllar memur olarak çalışmış ve buradan emekli olmuştur.

Cahid Ağabey, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin adını 1945 yılında, Molla Hamid Ekinci Ağabey’den duymuş ve o günden itibaren Van’da Mola Hamid ve Çaycı Emin Ağabey ile Risale-i Nur Hizmetleriyle meşgul olmuştur. Van Postahanesinde çalışan bir memur olan Cahid Ağabey, eserlerin posta ile Van’a gelmesi ve diğer yerlere sevkiyatı konusunda büyük hizmetlere vesile olmuştur.

O yıllarda dayısı Cenap Ünsal’ın da Urfa’da PTT Müdürü olduğunu, Zübeyr Gündüzalp ile Cafer Sadık Çim’inde Urfa’da telgraf memuru olarak çalıştığını dile getiren Cahid Ünsal o günleri hatıralarında şöyle dile getirir:

”O yıllarda Van’da daha henüz kitap yoktu. Dayım Cenap Ünsal da Risale-i Nur talebesiydi. Zübeyr Gündüzalp ve dayımla sık sık muhabereleşirdik. Dayım bir gün Van’a geldi. Yanında Mektubat kitabı vardı. Oradan dersler okuduk. Eserler postaheneye gelirdi. Ben de kolileri Çaycı Emin Ağabey’le beraber arkadaşlara sevk ederdik. O zaman gelen kitaplar el yazılı Osmanlıca teksir idi, henüz yeni harflerle kitaplar çıkmamıştı.

1957 yılında Üstad Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmek için Van’dan Isparta’ya gittim. Üstad, Emirdağ’da imiş, ben de Emirdağ’ına geçtim. Ziyarete gittim, bana bir mektup gösterdiler ve kabul etmediler. Ben de, ”Üstad’a söyleyin, ben Van’dan geliyorum.” dedim. Ben o zamanlar Üstad Haretlerine bayramlarda telgraf çekerdim. Ağabey’ler Van’dan gelmiş deyince, Üstad, ”Gelsin” demiş.

Elhamdülillah, ziyafretine çıktım. Yatağındaydı, gözleri iri ve açık maviydi. O bana baktı, ben ona baktım. Zübeyr ve Bayram Ağabeyler yanındaydı. On beş dakika kadar konuştuk. Molla Hamid Hocanın selamını söyledim. Üstad’ın karyolasının başucundaki masasının üzerinde yeni harflerle basılmış Sözler kitabının formaları vardı. Bu formaları eline aldı, kaldırdı, bize doğru göstererek,”Bakın, Elhamdülillah Risale-i Nur matbaalarda basılıyor artık.” dedi.

Üstad Hazretlerinin elini öpüp, yanından ayrıldım. Huzurunda iken, ”Mehdi Hazretlerini ziyaret etmek bana nasip oldu” diye Allah’a şükrettim.

Van’a döndüm,Risale-i Nur hizmetine dört elle sarıldım. Matbaa da basılan risaleler artık Van’a geliyordu. Selahadin Akyıl’ın evinde dersler yapılırdı. Böylece, Hamid Kuralkan, Reşid Över, Celal Alıcı, Kamil Acar ve diğer arkadaşlar Risale-i Nur’ları tanımaya başladılar. Kitaplar gelmeye başlayınca sayımızda arttı. İlk dönemde kitaplar Osmanlıca teksir halinde ciltli gelirdi. 1956 dan sonra matbaa baskıları gelmeye başladı. Allah lutfetti, Van’da hizmetler bugünlere geldi.”

Risale-i Nur hizmetinde yolu bir defa mahkemeye de düşen Cahid Ünsal, o olayı da şöyle anlatır:

”1974 senesinde, Şeyh Taha Efendi rahatsızdı, onu ziyarete gitmiştik. Ders de yapacaktık. İçeri girdik, baskına uğradık. Mahkeme bizi Diyarbakır Örfi İdareye gönderdi. Önce altı ay ceza verildi, oda tecil edildi.”

Cahid Ünsal Ağabey, 14 Lem’anın 2. Makamının 5. Sır kısmında izah edilen bir Hadis-i Şerifi dersde anlamadıklarını ve aralarında bu konuda fikir teatisi ettiklerini ifade ederek, ”Ben daha sonra bu konuyu Üstad Hazretlerine bir mektup yazarak sordum. Bana Tahiri, Zübeyr, Ceylan, Bayram, Hüsnü Ağabeylerin imzasıyla bir mektup geldi. Mektup, ”Mektubunuzu hasta olan Üstad’ımıza okuduk.”diye başlıyordu. Bu mektup aynen şöyledir:

”Bismihi Subhanehu

Esselamü aleykum ve Rahmetullahi ebeden dâima…

Aziz Sıddık Kardeşimiz Cahid,

Evvela; mektubunuzu hasta olan üstadımıza okuduk. Üstadımız size ve oradaki kardeşlerimize selam ve dua ediyor ve dualarınızı istiyor.

Saniyen; şimdiye kadar hiçbir âlim, hiçbir feylesof Risale-i Nur’un hakaik-i imaniye hakkındaki beyanatına karşı çıkamamış, itiraz edememiş, sükûta mecbur olmuşlar. Çünkü; Risale-i Nur, bu zamanda Kur’an-ı Hakim’in bir mu’cize-i maneviyesi hükmünde, hakaik-i imaniyeyi şüphelerden, vesveselerden kurtaracak, imana dair bir tefsirdir. Şimdi en ziyade dinsizliğin şark-ı şimalide çıktığı ve bilfiil tam tesirini gösterdiği cihetle; Risale-i Nur da, ona karşı şark vilayetlerinde bir Zülfikar olarak başlarını kırdığı için, Nur’un kahraman talebelerinin nazarını başka tarafa çevirmeye bir plan olduğu burada da tahakkuk etmiş. O tarzda etrafta ziyade parmak sokulmak için bu nevi münazaralara, itirazlara ehemmiyet vermeyiniz, meşgul olmayınız.

O mübarek zata da üstadımız selam eder ve diyor ki: Marifetullah hakkında ehl-i tarikatın yüzler meşrepleri, meslekleri itibariyle tabirat ayrı ayrı düşüyor. Bunlara mesail-i mühimme nazarıyla bakmak zamanı değil. “Tefekkür-ü fi alâ illahi ve la tefekkürü fi zâtihi” Hadis-i Şerif’inin sırrıyla yani Cenab-ı Hakkı, asarıyla, O’nu tanımaya çalışınız.

Mahiyetini, zatını ve sıfatını aklınız ihata edemez. “Leyse ke mislu şey’un”; misali, naziri, şeriki olamaz. İlim, kudret, irade, sem, basar, kelam, hayat gibi sıfat-ı seb’a denilmiş.

Bütün ulema-i usul-id din, ilm-i kelam, hususen ehl-i sünnet ve cemaat, bu sıfat-ı seb’ayı, tarik-i müstakime bahsetmiştir. Bir kısmı demişler: Bu sıfat-ı seb’a, “la ayn ve la gayr” demişler. Bir kısmı, “aynı zatıdır.” Bir kısmı demişler, “sıfat-ı fiili gibi gayrdır.” Bu muhakkikini-i ulema-i İslam, zat-ı İlâhi hakkında bundan fazla dememişler, gidememişler. Çünkü böyle pek uzak bir mes’elenin teferruatından medar-ı bahs etmek çok lüzumsuzdur.

Kur’anın nüsusunda bu ulema-i ilm-i kelamın mezhebi ehl-i sünnet vel cemaat haricindeki bahisleri lüzumsuz, bu zamanda çok zararlı ve malayanidir. Kur’an ve Kur’anın iman kısmının tam tefsiri olan Risale-i Nur bu zamanın bütün dertlerine tam bir tiryaktır. Hem o kâfidir. Başka şeylerle meşgul olmamak gerektir. Üstadımız Risale-i Nur’un çok yerlerinde demiş ki: “Kat’iyyen şimdi münakaşa münazara zamanı değil. Gayet müdhiş bir muaraza da olsa münazaradan bizi men ediyor. Çünkü hücum eden dinsizlik ondan istifade edebilir. Fena fillah ve Vahdet-ül Vücud mes’elelerini Risale-i Nur tamamıyla halletmiştir. Ve o mesleğin sahipleri de tasdik etmişler. Ankara Üniversite Nur Talebelerinin Diyanet Hocalarının tensibiyle neşrettikleri yeni bir mecmua bütün bu mes’elelere cevap veriyor. Size de o mecmuadan gönderilecek.

Aziz Kardeşimiz, sizin mektubunuzda o mübarek zattan rivayeten; Cenab-ı Hakk’ın insanları kendi suretinde halk buyurmuş olduğu bildirilmektedir ki bu tamamıyla yanlıştır.

Hadis-i Şerif, “Cenab-ı Hak, insanı suret-i Rahman üzere halk etmiştir” buyuruyor. Yani Rahman ismi mahiyetinde… Yoksa kat’iyyen kendi Zat’ı suretinde demek değildir. Bu Hadis-i Şerif hakkında Risale-i Nur’un On Dördüncü Lem’asının 2. Makamının Beşinci Sırrında böyle denilmektedir:

“Bir hadis-i şerifte vârid olmuş ki:
اِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ (ev kemâ kàl.) Bu hadis-i şerifi, bir kısım ehl-i tarikat, akaid-i imaniyeye münasip düşmeyen acip bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sima-yı mânevîsine bir suret-i Rahmân nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarikatın ekserinde sekir ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikate muhalif telâkkilerinde belki mâzurdurlar. Fakat aklı başında olanlar, fikren, onların esas-ı akaide münâfi olan mânâlarını kabul edemez. Etse hata eder.”

“Evet, bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerrâtı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlâhînin şerîki, nazîri, zıddı, niddi olmadığı gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِير   sırrıyla, sureti, misli, misali, şebîhi dahi olamaz. Fakat, وَلَهُ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ اْلعَزِيزُ الْحَكِيم sırrıyla, mesel ve temsil ile şuûnâtına ve sıfât ve esmâsına bakılır.”

Hem işarettir ki; Zat-ı Rahman-ı Rahimin delilleri ve ayineleri olan zihayat ve insan gibi mazharlar o kadar o zat-ı Vacib-ül Vücuda delaletleri kat’i ve vazıh ve zahirdir ki, güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir ayine parlaklığına ve delaletine ve vuzuhuna işareten, o ayine güneştir denildiği gibi, “insanda suret-i Rahman var” vücuh-u delaletine kemal-i münasebetine işareten denilmiş ve denilebilir. Ve ehl-i Vahdet-ül Vücud’un mutedil kısmı “Lâ mevcude illâ Hu” bu sırra binaen, bu delaletin vücuhuna ve münasebetin kemaline bir unvan olarak demişler.

Aziz Kardeşimiz, hem sizlere hem Nurlarla alakadar kardeşlerimize selam eder, hizmet-i nûriyenizde ihlâslı muvaffakiyetler niyaz edip dualarınızı isteriz.

El Bâki Hüvel Bâki Kardeşleriniz
Tâhirî, Zübeyir, Ceylan, Bayram, Hüsnü(Derleme: Ö.Özcan, Ağabeyler anlatıyor)”

19 Nisan 2015 yılında vefat eden Cahid Ünsan Ağabey, Van Akköprü kabristanına defnedilir. Kendisine, Allah’tan rahmet dileriz.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir