SENİN ARKADAŞIN YOK MU?
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, tevekkül, (sebebleri yaptıktan sonra neticeyi Allah’a bırakmak ve neticeye razı olmak), konusunda çok hassas olduğu için kendi üzerine düşeni yapmayı çok iyi analiz etmiş ve Kur’an’dan almış olduğu düsturlarla ehl-i dalaletin cemaatle hücumuna karşı bir cemaat meydana getirmenin gayretine girmiştir. İnsan sıfatını taşıyan herkesi kendine yakın görmüş, onlarla birlikte kalıcı manevi bir hizmetin gerçekleşeceğine inanmıştır. Bunun için de hiç kimseyi o ya da bu sebeple dışlamadan hizmetinde istihdam etmenin yolunu aramıştır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri en ufak hizmeti dokunan herkese vefa ile, ebedi dostluk bağı ile bağlanmış ve onlara büyük bir şefkat ile kol kanat germiştir.
Bu konuda en önemli ölçüsü kesinlikle onların şahsi kusur ve günahlarına bakmamaktır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Isparta’daki hayatında Tenekeci Mehmet Ağabeye:
”Senin arkadaşın yok mu?” diye sorar. O ise:
”Var Üstadım ama biri çatal pantolon giyer, biri yular takar, biri de kafasına lenger takar ”der. Üstad, O’na hitaben:
”Fark etmez kardeşim getir sen onları bana der. Bu zaman iman kurtarmak zamanı, insanların giyim kuşamları ile uğraşacak zaman değil.”
Bu sohbetten sonra, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin üç yeni talebesi olur. Tenekeci Mehmed Ağabeyin arkadaşları, Hüsrev, Re’fet ve Rüştü Ağabeyler, iman, Kur’an davasına katılıp, nurun katipleri olurlar.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, bu asrın cemaat asrı olduğunu ve dalalet cemaatine karşı da, bir cemaat ruhu ile hareket edecek insanların neticeye ulaşacağını hizmetinde esas tutar. Ve bundan beklediği ayrı bir netice vardır. O da kıyamete kadar selametli bir şekilde bir Kur’an hizmetini yerleştirmek.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin en büyük gayesi, hedefi, himmeti Kur’an’ın nurlarını neşretmektir. Hayatının en fıtri vazifesi olarak bildiği iman ve Kur’an hizmeti yolunda Üstad Hazretleri, kendisine yardımcı olacak kişileri ve arkadaşları susuz insanın suyu aradığı gibi, şiddetli dua ve taleple istemek ve aramaktadır. Bunun en güzel misallerinden biri şudur:
”Bu biçare Said’in gayet muhtaç olduğu ve yetmiş seneden beri o san’atla meşgul olması ve bazı gün iki yüz sayfa kadar tashihe mecbur olmasıyla beraber, on yaşındaki zeki bir çocuğun on günde muvaffak olduğu yazı kadar bir yazıya mâlik olamadığına hayret ediliyordu. Hâlbuki Said bütün bütün istidatsız değildir. Hem de nesebî kardeşlerinin hepsinin de güzel yazıları olduğu halde, bu kadar yazıya muhtaç iken böyle yarım ümmî vaziyetinin hikmeti, kanaat-i kat’iyemle şudur ki:
Bir zaman gelecek ki, cüz’î ve şahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehşetli ve mânevî düşmanların hücumu zamanında güzel yazı sahiplerini ruh u canıyla aramak ve hizmetine şerik etmek ve o çekirdeğin etrafında su, hava, nur gibi o mânevî ağaca hizmet etmek için o şahsî ve cüz’î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi bulmak hikmetiyle ve buz parçası gibi benliğini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî ihlâsı elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuş.” (Emirdağ Lahikası)
Bunun içinde, kendisine yardım edenlere ciddi bir arkadaşlıkla sarılmış, onlara mektupları ile ulaşarak hem vazifesinin neşir kısmını hem de beraber çalışma ruhunun esas temellerini aşılamıştır. Çünkü onun bir ideali vardır:
“Bana Akdamar adasını versinler on yıl orada elli adam yetiştireyim bütün dünyaya İslâmiyet’i hâkim kılayım.”
Bu idealinin tam zamanı onun için Barla olmuştur. Çünkü O duasını yapmış, niyetine girmiş sebebleri de yerine getirmiş ve Cenab-ı Hakk’a tevekkül etmiştir. Birileri O’na zulmederken O:
“Beşer zulmeder, kader adalet eder” formülünden hareketle, teslimiyet içinde kendi çalışmalarını sürdürmüşdür. Netice de Allah’ın lütfu ve inayetiyle, 6000 sayfalık Kur’an’ın bu asra bakan manevi tefsiri Risale-i Nur’lar meydana gelmiştir.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!