İNSANIN GAYESİ NE OLMALI?

لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ    

”Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.

Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?

İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.”(Mektubat, Yirminci Mektub)

Kainatın yaratılışı ve insanın gayesi ne? Herşeyin bir gayesi vardır. O şeye verilen kıymette onun gayesine bakar. Üstad Bediüzzaman Hazretleri burada dikkatimizi çekiyor. Yaratılışın en büyük gayesinin Allah’a iman edip Allah’ı ibadet ile razı etmesidir. İnsan Allah’ı inkâr edip ibadet ile O’nu razı etmiyor ise, yaratılış amacına ihanet etmiş olur ve bunun cezasıda cehennemdir. İnsan bu dünyaya iman edip ibadet etmek için gönderilmiştir.

İnsan iman edip Allah’ın varlığına birliğine inandıktan sonra O’nu tanımalıdır. Bu da marifettir. İbadetin esası ve merkezi, Allah’ı isim ve sıfatları ile tanımak ve sevmektir. Tanıdıktan sonra ise muhabbetullah, sevmek gelir. Tanımak ve sevmek insanın iki temel vazifesidir. Bunun kazancı ise rızay-ı İlahi ve neticesi saadet-i ebediye,sonsuz mutluluktur. Kim Allah’ın rızasını kazanıp sonsuz mutluluğa kavuşmak istiyorsa, tanımak ve onun neticesi olan sevmeye sarılmalıdır.

Allah’a inanan insanın kalbi imanla nurlanmıştır. Bu, ruhun, “Rabbine kavuşması, ona inanması ve kendini onun mahlûku bilmesi”dir. Kur’an-ı Kerim, mü’mine daima marifet dersleri verir. Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın Rahmân ve Rahîm olduğunu bildirir. Bu bir marifettir, yâni Allah’ı Rahmân ve Rahîm olarak tanımaktır.

İnsan marifetullahda ilerledikçe hem Rabbinin keremini, ihsanını, afvını ve merhametini daha iyi anlar; hem de O’nun kudretini, azametini, celâl ve kibriyasını. Böylece o mü’minin ruhunda, Allah sevgisiyle Allah korkusu birlikte gelişir.İnsan Rabbini ne kadar çok severse, korkusu da o nisbette artar.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir