HERKES KENDİ İŞİNİ YAPACAK
“BİRİNCİSİ: Tarik-i hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler. Edebü’d-Din ve’d-Dünya risalesinde vardır ki: Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ Aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: ‘Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.’ ”
“Hazret-i İsâ Aleyhisselâm demiş ki: اِنَّ لِلّٰهِ اَنْ يَخْتَبِرَ عَبْدَهُ وَلَيْسَ لِلْعَبْدِ اَنْ يَخْتَبِرَ رَبَّهُ
Yani, ‘Cenâb-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: “Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?” diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: “Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?” diye tecrübevâri bir surette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münâfidir.’ ”
“Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.”
“Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler:”
” ‘Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.’ O demiş: ‘Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.’ İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.”
“Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenâb-ı Hakka ait netâici düşünmemek gerektir. Meselâ, kardeşlerimizden bir kısım zatlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i mâneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki, üstad-ı mutlak, muktedâ-yı küll, rehber-i ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ
“Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.”( Nur Sûresi, 24:54.)
olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ve gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş.”
“Çünkü .اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللهَ يَهْدِى مَنْ يَشَۤاءُ
“Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.”( Kasas Sûresi, 28:56.)
sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakkın vazifesidir; Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmazdı. Öyleyse, işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız.” (Lem’alar, On Yedinci Lem’a)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu risalede çok temel bir gerçeği ortaya koyup, bizim ona göre hareket etmemizi istiyor. Etrafımızdaki, eşimiz, dostumuz, akrabamız, abimiz, kardeşimiz veya diğer insanların hidayete gelmesi, namaz kılması, güzel amel işlemeleri her tarafın güllük gülistanlık olmasını isteriz ve arzu ederiz. Kim istemez? Hepimiz isteriz. Fakat bu bizim vazifemiz değil, insanları hidayete kavuşturmak bizim değil Allah’ın vazifesidir. Bizim vazifemiz önce kendi nefsimimizi ıslah etmek, sonra da bir başkasının imanına ve hidayetine vesile olmaya çalışmaktır.
Biz kendi vazifemizi yapalım, insanlara iyiyi, güzeli, hidayeti anlatalım. Tebliğ yapalım bu bizim işimiz, gerisi Allah’ın vazifesidir. Vazifemiz, gücümüz nispetinde iman ve Kur’an hizmetinde sebat ile devam etmektir. Etrafımızda iman hakikatlerine muhtaç gönüllere hakikatleri ulaştırmak, onlara güzel örnek olmaya gayret etmektir.
Öyleyse,”Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.”dır.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!