HACI ENVER GALİP CEYLAN
Enver Galip Ceylan, Ordu’nun Perşembe kazasında 1925 yılında dünyaya gelir. Babasının kendisini okutmak isteği ile elinden gelen herşeyi yapmaya çalıştığını anlatan Enver Galip Ceylan o günleri şöyle dile getirir:
”1930’lu yıllarda altı yedi yaşındayım. Babam büyük bir istek ve arzu ile benim okumamı istiyordu. Fakat medreseler kapatılmış Kur’an öğreten yok, olsa da yasak. Daha önce köyde Sıbyan Mektebi vardı. Herkes orada Kur’an’ı öğrenirdi. Babam bu durumda muhtara ”Kardeşim, biz bu çocuklarımıza namazı nasıl öğreteceğiz? Bir hoca tutalım.” demiş. Muhtar ne kadar yasak ta dese de babam onu ikna etmiş. Yakın köyden Oturoğlu Durmuş Çavuş diye yaşlı bir zatı hoca olarak tutmuşlar. Hoca zeki, uyanık tecrübeli bir insan. Başladık Kur’an öğrenmeye. Güzel okuma usulleri ile bize gayet pratik öğretmeye başladı. Kısa zamanda Elifbayı bitirdik, Amme cüzüne geçtik, Yasin-i Şerif’e kadar geldik. O sırada bir şikayet oldu. Jandarma hocaya ders vermeyi yasakladı. İşte bu şartlarda Kur’an’ı öğrendim. 1937 yılında babamın halasının torunu Hafız Cemal Güler Efendi’nin yanında hafız oldum.
1948 yılında askerden geldim. İstanbul’a, Nuruosmaniye camiine gittim. Burada Caminin başimamı Hasan Akkuş’tan ders aldım. Birkaç ay sonra da onun yanında yadımcısı oldum. 1949 yılında imtihana girdim, Nuruosmaniye camiine altınca müezzin olarak tayin edildim. İki sene müezzinlikten sonra 1951 yılında Şişli Camiine geçtim. Sonra 1956 yılında imam olarak Nuruosmaniye Camiine tayin edildim. 1989’da buradan emekli oldum.”
Risale-i Nurları ilk defa 1949 yılında Ahmed Aytimur Ağabey vasıtasıyla tanıdığını söyleyen Enver Hoca o anları şöyle anlatır:
”Camide müezzinlik yapıyordum. Bir gün Ahmed Aytimur Ağabey yanıma geldi. ”Hocam, risaleleri matbaada bassak alıp götürüyorlar. Sen buna bakarak yazıversen.” dedi ve bana risale verdi. Ben de kendisine buna luzum yok ”Ben osmanlıca okuyabiliyorum.” deyince, bana döndü, ”Nasıl! Sen eski yazı biliyor musun?” dedi. ”Elhamdülillah biliyorum.” dedim. Ve bana Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesini verdi.
Risale-i Nur’u böylece tanıdım. Sonra Muhsin Alev, Ziya Arun, Mehmet Birinci ve diğer abilerle tanıştım. Mehmed Nuri Güleç ile de Nuruosmaniye camiinden tanışırdık. Kendileri fırıncıydı. Nuruosmaniye civarında fırınları vardı. Börek, boğaça işi yaparlardı. Mehmed bizim çocuklara börek poğaça falan getirirdi. Ben onu hep görürdüm. Birgün geldi. Allah’ın sıfatlarının içinden çıkamamış, bana sordu. Benim de içinden çıkabileceğim bir şey değildi. Ona hitaben, ”Kardeşim ben hata yapabilirim. Bunu en iyi bilen Süleymaniye’de Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri Muhsin Alev, Ahmed Aytimur var, seni onlara götüreyim.”dedim. Kabul etti. Yanımızda Çankırılı Ahmed de vardı. Ona,”Ahmed ben bugün nöbetçiyim, sen bu kardeşi oraya götür.” dedim.
İşte Nur Talebelerinin Fırıncı Ağabey’i nurları böyle tanıdı. Yani ”Fırıncı” gitti, ”Nurcu” oldu geldi. Büyük hizmetlere vesile oldu. İstanbul’a geldiğinde Üstad Hazretlerini evinde misafir etti. Zaman zaman, kendisiyle görüştüğümüz de ”Bu hocamız benim mürşidimdir”der.”
1952 yılında Şişli Camiinde müezzinlik yaparken Üstad Said Nursi Hazretlerinin İstanbul’a geldiğini ve Akşehir Palas Ogtelinde kaldığını öğrenen Enver Hoca, Üstad Hazretlerini ilk defa nasıl ziyaret ettiğini de şöyle anlatır:
”Şişli’den Nuruosmaniye Camiine geçtim. Öğle namazını kıldım. Müezzin, Çankırılı Ahmed, ”Abi hayırdır, sen buraya sık gelmezdin?” dedi. ”Üstad gelmiş, ona gideceğim.” deyince heyecanla, ”Ne! Beni de götür.”dedi. Beraberce otele gittik. Orada Muhsin’i gördük. Bekliyoruz, giren çıkanlar oldu. Sonra Muhsin, ”Girebilirsiniz.” dedi, girdik. Yanımızda birde yedek subay vardı.
İçeri girdik, Üstad’ın elini öptük. Üstad, ”Hoş sefa geldiniz kardeşlerim.” dedi. Bizimle içeri giren zat Ziraat Mühendisi Yedek Subay imiş. Üstad, ona namazlarını kılıp kılmadığını sordu. O da kıldığını söyleyince, Üstad, ”Namazı gizli kılma, açıktan kıl. Sen subay olduğun için kimse karışamaz, diğer askerlere de cesaret gelir onlarda namaz kılarlar.”dedi.
Bana döndü, ”Sen ne işle meşgulsun?” dedi. ”Müezzinim Üstadım.”dedim. ”O şarkıları sen de söyledin mi?”dedi. Düşünüyorum. Ben hiçbir yerde şarkı söylemedim. ”Nasıl, Efendim” dedim. Sağ elinin şehadet parmağını kaldırıp sallayarak, ”Minarelerde söylenen şarkıyıı!” dedi. O zaman ben terlemeye başladım, büyük kusur yapmışım. ”Maalesef Efendim.” dedim kısık ses tonuyla. Üstad bana döndü,”İstiğfar edin, istiğfar edin.” dedi. Daha sonra şöyle konuştu.
”Yeni ezan denilen şey çıktığı zaman, benim talebelerimden bir genç de müezzin idi. Bana geldi. ”Üstad’ım, bu ezan sayılır mı? Ben ayrılayım mı, bu ezanı okumaya devam mı edeyim? diye sordu. Ona,”Bu ezan sayılmaz, sen bu müezzinliği bırak”diyeceğim sırada kalbime ihtar olundu ki;”Bu muhlis kardeşim bu vazifeyi bırakırsa onun yerine hevesli, isteyerek, severek bir fasık gelecek, hem kendi günaha girecek, hem de başkalarını günaha sokacak.” Bir çare düşündüm.”Kardeşim sen minareye çıktığın zaman ezanın aslını ”Allahu Ekber!” diye başlayarak sonuna kadar kendi duyacağın kadar okursun, sonra da onların dediğini dersin, İnşaAllah mesuliyetten kurtulmuş olursun. Hem ezanı okumuş, hem de ceza görmemek için tercümesini ilan etmiş olursun.”dedim”
Üstad, devamla, ”Bu divaneler ezanı sadece bir davetten ibaret sanıyorlar, yahud kasten öyle düşünüyorlar. Halbuki ezan bir davetten ibaret edğildir.Ezan,Şeair-i İslamiyedendir. Ezan esasat-ı diniyeyi günde beş defa aleme, bütün insanlık alemine ilan ve ilamdır.” Üstad, ezanın faziletinden, müezzinliğin sevabından bahsetti. Müezzinin ezanının duyulduğu yerlerdeki mahlukat adedince müezzine sevap yazıldığını anlattı. Biz müezzinlik dersi alırken ezanın ilan ve ilam olduğunu öğrenmiştik, fakat Şeair-i İslamiye olduğunu ilk kez Üstad Hazretlerinden duydum.
Daha sonra duvarda asılı bir kitabı aldı eline, açtı parmağını koyduğu yerden bize bir ders yaptı. Kitabı kapattı, ”Hoş sefa geldiniz kardeşlerim:” dedi. Biz de yanından ayrıldık.”(Derleme,N.Şahiner, Son Şahitler)
Aradan yıllar geçer, Enver Hoca Şişli Camiinde bir de ne görsün. Üstad Hazretleri gelmiş. Hemen yanına gider, elini öper. Üstad Hazretleri, ”Buraları daha sakin” diye bu camiye geldim.”der.
Bir ömrü müezzinlik, imamlık kurs hocalığı ile Kur’an’a hizmet ile geçiren Hacı Enver Galip Ceylan, 23 Nisan 2016 yılında vefat eder. Kendisine, Allah’an rahmet dileriz.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!