ADIYAMAN’IN ÖNCÜLERİNDEN DURSUN KUTLU

1928 yılında Adıyaman’da dünyaya gelen Dursun Kutlu, okul döneminden sonra ayakkabı çıraklığı ile başladığı esnaflık hayatına ayakkabı imalatı ile 1960 yılına kadar devam eder. 1960 yılından sonra ise, halı ve mobilya mağaza esnaflığı ile hayatını sürdürür.

1952 yılında Eşref Edip Bey’in yayınladığı Sebilürreşad adlı dergiye abone olur. Dergide Üstad Hazretlerinin İstanbul Gençlik Rehberi Müdafaası neşredilir. O yıllarda ayakkabı malzemeleri almak için İstanbul’a giden Dursun Kutlu Eşref Edip Bey’in Cağaloğlundaki yazıhanesine gider. Kendisi ile görüşür. Kendisine şöyle hitap eder,”Bize böyle bir neşriyatınla Bediüzzaman’dan haber verdin, çok memnun olduk. Bu zatı ziyaret etmek istiyorum.”

Eşref Edip, Üstad Hazretlerini ziyaret etmek isteyen Dursun Kutlu’ya onun Emirdağ’da olduğunu söyler. Üstad Hazretlerini ziyaret etmek için Dursun Kutlu önce trenle Eskişehir’e gelir. Oradan Emirdağ’ına geçer. Emirdağ’ına iner inmez yanına gelen bir genç, ”sen hocayı ziyarete mi geldin?”der. ”Evet” cevabı üzerine genç Dursun Kutlu’yu Çalışkanların dükkanına götürür. Üstad’ı görmek için haber gönderilir, fakat cevap, ”Üstad müsaid değilmiş.”olur. Dursun Kutlu, otele döner ve hatıralarında o günleri şöyle dile getirir:

”Otele geldim, odama çıktım. Başladım ağlamaya. Bir yandan ağlıyorum, bir yandan da dudaklarımdan şu cümleler dökülüyor. ”Ya Rasulullah! Sana gelen hangi bedeviyi geri çevirdin ki, bu hoca bizi böyle geri çeviriyor?” O anda gaipden bir ses bana, ”Kalk!” dedi. Kalktım. Üstad’ın evine doğru gidiyorum ama ben kendimde değilim. Baktım bir adam orada durmuş bana bakıyor. Mustafa Acet’miş sonradan adını öğrendim. ”Ne yaptın?” dedi telaşla. Ben bir şey demeden Üstad’ın evine girdim. Odasına çıktım. Elini öptüm. Üstad’da benim başımı öptü, benimle ilgilendi. Üstad, durmadan bu görüşmemizin ne kadar mühim, hoş ve kaç altın değerinde olduğunu tekrar etti.

Üstad, sonra bana ”nerelisin?” dedi. ”Adıyamanlıyım”dedim. Üstad beni konuşturmak için,”Kürt müsün?” dedi. ”Anam Kürt, babam Türk”dedim.”Baba da Kürt”dedi. Risale-i Nur’u anlattı. daha sonra Üstad,”Bu kardeşimize eser verin. Sonra da Belki yolda yakalarlar. Hulusi Bey var Elazığ’da. Burası sana uzak, orası yakın. Eğer bir müşkülatın olursa ondan öğren. Eserleri de ondan al. İlk vasıta ile Emirdağ’dan çık git.” dedi. Üstad’ın elini öptüm. Mustafa Acet Ağabey’le dışarı çıktık.

Kapıdan çıktık, bir kamyonet, şoförü ”Çay, Çay!” diye bağırıyor. Mustafa Acet beni o kamyonete bindirdi, araba hareket etti. Gece karanlık, şoför,”burası Çay, in dedi.” İndim heryer karanlık bir ışık gördüm gittim. İstasyonmuş. Tren durmuş sanki beni bekliyor. Hemen bilet aldım, bindim, Adıyaman’a geldim.

Adıyaman’da yaşadıklarımı arkadaşlarıma anlattım. Ama bu iş nedir, Risale-i Nur nedir, tarikat mıdır? bilmiyoruz. Onlara, ”İnşaallah, eserleri Elazığ’dan alacağız.”dedim.

Elazığ’a gittim. Hulusi Ağabey’i sordum, evini buldum. Üstad Hazretlerinin selamını söyledim. Eserleri sordum. ”Ben de yok, ama Malatya’da Reşad isminde bir kuyumcu var, oradan temin edebilirsin.”dedi. Malatya’ya döndüm, kuyumcuyu buldum. ”Ben sana eserleri temin ederim, İnşaallah.” dedi. Geniş, on yapraklı, teksir makinesinden çıkmış Osmanlıca eserler. Onları aldım, Adıyaman’a döndüm.

Ben Osmanlıca bilmiyorum, arkadaşlar da bilmiyor. Hacı Fehmi isminde bir abimiz vardı, o çok güzel okur anlar ve anlatırdı. Ondan çok istifade ettik. Allah razı olsun. Benim evin dışında sokağa bakan küçük bir odamız vardı. Orayı dershane yaptık. Elhamdülillah böylece dershanemizi de açmış olduk. Herkes gelmeye başladı. Tarikatçılar da geliyor, ”Burada çok feyiz var, onun için geliyoruz.” diyorlardı.

Daha sonraki Üstad’ı ziyaret ettiğimde ”Üstad’ım bir dershane açtık, üstüne Risale-i Nur Dershanesi” yazacağım” dedim. Üstad, ”Yaz”dedi. Fakat daha sonra Zübeyr Ağabey’in ikazı üzerine yazıyı yazmadık.

1959 yılında Ankara’da bir mahkemeye gittik. Her yerden kardeşler gelmişti. Mahkeme ertesi gündü. Üstad’ı davet etmek için kimin gideceğine karar verilemedi. Kura çekelim dediler. Kurada ismi çıkan kardeş hakkını Refet Kavukçu’ya verdi. Bir kura bana çıktı, diğeri de Samsunlu Fehmi Sağlamer’e çıktı.

Üçümüz yola çıktık. Emirdağ’ına geldik. Bayram Ağabey bizi karşıladı. ”Ne oldu kardeşim”dedi. Sağlamer, ”Said Ağabey bir mektup yazdı, Üstad’a verilecek.”dedi. Yukarı çıktık. Üstad, ”Zübeyr mektubu oku!” dedi. Mektup okundu. Üstad, ”Kardeşim! Ölüm de olsa bu davete icabet edeceğiz. Zübeyr arabayı hazırla!” dedi.

Üstad’ın arabası hazırlandı. Üstad Hazretleri, Zübeyr Ağabey ve şoför Hüsnü Ağabey vardı. İki araba yola çıktık. Yolda bir benzinlikte namaz kıldık. Gölbaşına kadar geldik. Ankara’nın girişinde emniyet yolu kesmişti. Üstad’la bir şeyler konuştular ve Üstad geri döndü. Bizi emniyete götürdüler. Gece sıkı bir sorgu faslı oldu. Bir süre sonra da bıraktılar. Mahkemeye yetiştik. Mahkeme beraatle sonuçlandı.”

1952 yılında Nur Talebeliği yolculuğuna başlayan Dursun Kutlu, hayatına Risale-i Nur ve Talebeleri ile devam eder. Adıyaman’daki ilk hizmeti üzerinden seneler geçer, yüzlerce insanın bu eserlerle tanışmasına vesile olur. Oğulları, torunları, akrabaları ve cemaati ile yıllarca devam eder.

Hayatı, Risale-i Nur hizmeti ile geçen Dursun Kutlu, 20 Temmuz 2018 yılında vefat etmiştir. Kendisine, Allah’tan rahmet dileriz.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir